Şu günlerde üst üste gelen seyahatlerim nedeniyle elimden kitap düşmüyor. Uçaklarda, havaalanlarında vakit geçirmenin en güzel yolu kitap okumak. Yolculuğun en güzel tarafı, ülke gündeminden kopup, kendi gündemini yaşamak. Yolculuklarda ne televizyon seyrediyorum, ne de doğru dürüst gazete okuyorum. Başlıklara bakıp geçiyorum. Ama elimden kitap düşmüyor.

Şu aralar daha önce de okumuş olduğum Andrew Nikiforuk’un “Mahşerin Dördüncü Atlısı’’ kitabını yeni bir bakış açısı ile tekrar okudum. Yazarın güzel bir çalışması olan bu eserin tekrar dikkatimi çekmesinin sebebi, Aids, Sars, Kovid gibi son yıllarda birbiri arkasına gündeme  gelip bizi derinden etkileyen salgınlar. Zira, kitap da dünya üzerindeki çeşitli salgınların toplumsal ilişkilerimizi, yakınlarımıza sevgililerimize olan davranışlarımızı nasıl etkilediği ile ilgili. Hatta birçok ekonomik dalgalanmanın dahi bu salgınlarla ilişkisi olduğunu savunuyor.

Yazar kitabın tanıtım bölümünde “Veba, kızıl, kızamık, çiçek gibi salgın hastalıklar, kıtlık, kuraklık gibi felaketler, tarih boyunca milyonlarca kişinin ölümüne neden olmuş, yenilmez sanılan orduları durdurmuş ve günlük hayata ilişkin ilişkilerimizi biçimlendirmiştir” diyor ve devam ediyor. “Ne var ki; bu kitlesel ölümler durduk yerde, kendiliğinden başlamamış, salgın hastalıklar davetsiz bir misafir gibi kendiliğinden aramıza girmemiştir. Mikropların kitlesel ölümlere yol açan canavar rolünü üstlenmesi için insanlar ellerinden geleni yapmışlardır.”

Doğru söze ne denir? Gerçekten, felaketlerin yaşanması için insanoğlu olarak elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Laboratuvarlarda üretilen tehlikeli virüsleri sokağa kaçırıp yüzbinlerce insanın ölümüne sebep olmanın yanı sıra çevreyi kirletiyor, tarımda zehirli ilaçlar kullanıyor, hormon takviyeli tohumlarla ürettiğimiz ürünleri yiyor ve doğayı yok ederek dünyayı betona boğuyoruz.

Bununla da yetiniyor muyuz? Elbette hayır. Atom bombası deneyleri yapıp dünyayı sarsıyoruz, laboratuvarlarda hepsi birbirinden tehlikeli virüsler, mikroplar üretip bunları yeterince kontrol edemiyoruz.

***

Tabii bu işin bir de Türkiye versiyonu var. Belki atom deneyi falan yapmıyoruz ama, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş ölçekteki “yabancı ülkelerden ülkemize göç’’ ve  kendi insanımızın “kentlere göç” olgusuyla ve bunun getirdiği  sosyal sorunlarla, plansız şehirleşme ile kentleri perişan ediyor, güzelim doğa parçalarını maden arama firmalarına, en temiz denizlerimizi balık çiftliklerine, yüzlerce yıllık ormanları yol yapımına peşkeş çekerek ülkeye ve doğaya atom bombasından daha fazla zarar veriyoruz.

Sonuçta doğa da bizden intikam alıyor. Şehir içi sellerde onlarca kişiyi yitiriyoruz, yağmurlar ya olağanüstü ölçeklerde yağıyor ya da azalıyor, su kaynaklarımız kuruyor, tarım ürünleri üretimimiz azalıyor.

Son yıllarda ortaya çıkan olağanüstü büyüklükte bir “düzensiz göçmen’’  akımı bu sosyal sorunları içinden çıkılmaz hale getiriyor, plansız şehirleşme güzelim şehirlerimizi tanınmaz hale getiriyor. İşler bu noktaya geldikçe, doğal güzelliklerimiz yok oldukça, kent nüfusları kontrol edilemez boyutlara geldikçe, dışarıdan gelen göçmenler nedeni ile kökünü kuruttuğumuz ‘Verem, Çocuk Felci, Çiçek’ gibi hastalıklar tekrar hortluyor, eğitimsiz, hiçbir becerisi olmayan bir göçmen güruhu şehirlerde amaçsız dolaşıyor. 

Pek çoğu aşı vb. gibi önleyici tıptan nasibini almamış olan bu güruh toplumumuzu her türlü salgına açık hale getiriyor. 

Değerli okurlar, işte bu kitap, insanoğlunun bir türlü kontrol edemediği virüslerin bütün bu yapılanlar ve olanlardan sonra, daha azgın bir şekilde saldırıya geçerek çok yeni, hiç bilmediğimiz hastalıklar halinde insanoğlunun gezegenimiz üzerindeki varlığını tehdit edeceğini savunuyor. Hatta topyekun bir yok oluşun dahi mümkün olabileceğini iddia ediyor.

Kitabı baştan sona anlatmam mümkün değil. Ancak okursanız, öne sürdüğü argümanların hiç de boşa atılacak cinsten olmadığını ve gerçekten neslimizin tehlike altında olduğuna siz de inanacaksınız.

Bence siyasiler de biraz bu tür kitapları okumalı ya da böyle bilim adamlarını ve fütüristleri davet edip dinlemeli. Sonuçta karar noktasında olanlar siyasiler. Bizler ise onların her aldığı karardan etkilenenleriz.