İzmir Gazeteciler Cemiyeti ile Konak Belediyesi’nin ortaklaşa düzenledikleri Eflatun Nuri Ulusal Karikatür Yarışması’nın yedincisi yapıldı ve ödül kazanan karikatüristler belli oldu. Ödül kazananlar karikatüristlerimiz ile yarışmaya çalışmalarını gönderen karikatüristlerimize teşekkür ediyorum. Evet, Eflatun Nuri, hemşehrimizdi
İzmir adı geçtiğinde, ‘hoşgörü’ kenti algısı da hep öne çıktığı için İzmir’in karikatürle bu denli içli dışlı olması gayet normal. Normal çünkü yeri doldurulamaz taşlama ustası Şair Eşref’in büstüyle ana caddelerinden birini taçlandırmış, dahası yine Şair Eşref’in adını caddelerinden birine vermiş bir kenttir burası.
İzmir’in ‘hoşgörü’ kenti olmasına gelince, bunun kökenleri 8.500 yıl öncesine gidiyor ve Bornova’daki Yeşilova Höyüğü’nün kazan Arkeolog Doç. Dr. Zafer Derin dostum, bunu onaylıyor, “Bölgede, 8.500 yıl önce yaşayanların barışçı bir toplum olduğunu bulgulardan ortaya çıkartıyoruz” diyerek, konuyla ilgili şunları söylüyor: “Hemşehrimiz Homeros’un İlyada’sında gülmece karşımıza çıkar, bu birincisi. İkincisi, İzmir’in ilk yerleşim alanı Yeşilova’da yaşayan toplumun kırmızıya çalan çanak çömlekleri, 8.500 yıl önce yaşamış toplumun enerjisini, doğaya karşı hayatta kalma isteğini ortaya koyarken aynı zamanda sıcak ve pozitif bir yaşamın izlerini de yansıtır. Zorlu yaşamlarında silahlarının olmaması, var olan ok ucu gibi eşyaların çoğunlukla ava yönelik hazırlanması enerji dolu, tutkulu ama barışçıl bir toplum olduklarını ortaya koyar.”
O zaman buyurunuz yolu İzmir’den geçmiş karikatürcülerimizden Eflatun Nuri faslımıza…
Yazımın başlığında yer alan tırnak içindeki, “dünya ölçeğinde bir karikatürcüdür” ifadesi İlhan Selçuk’a ait. Peki, gülmecemizde iz bırakmış Aziz Nesin ne demiş Eflatun Nuri ile ilgili: Eflatun, karikatürde fırçayı çatlatan bir sabırdır.
EFLATUN, NİÇİN EFLATUN?
1970’li yıllarda muhabir olarak çalıştığım Demokrat İzmir Gazetesi’nin geniş istihbarat salonunda görürdüm kendisini ama niye sıkı dostluk peydahlamamıştık, hâlâ düşünürüm. Neyse…
Mehmet oğlu Eflatun Nuri, Güzel Sanatlar Akademisi’nin 4056 numaralı öğrencisidir. 1946 yılında bir gün, ‘koltuğunun altında kalın bir kitap, bir bloknot; dalgalı saçlı, biraz esmer ve hafif Fatih burunlu, lâcivert elbiseli, açık gök mavisi gömleğinin yakaları ve kolları kolalı, kol manşetlerinde B.E. harflerinin yer aldığı kol düğmeleri bulunan’, Robert Kolej öğrencisi Bülent Ecevit ile okulun bahçesinde tanışır. Tanışır tanışmaz da ikisi birlikte ‘Gıcık’ adıyla; küçük boy, dört sayfa gazete çıkartmaya başlarlar. Gazeteyi çıkartmalarından kısa süre sonra okulun müdürü Burhan Bey, fellik fellik Eflatun’u arar. Bundan sonrasını Eflatun Nuri’nin ağzından dinleyelim, böylelikle niçin Eflatun adını taşıdığını da öğrenelim:
Akademi’den arkadaşım Semih Balcıoğlu, Müdür Burhan Bey her yerde seni arıyor. Hemen koş ve odasının kapısını çal, dediğinde dediğini yaptım. Burhan Bey, sert bir sesle, “gel buraya!” dedi. Sana ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Burası neresi? Burası, koskoca Güzel Sanatlar Akademisi, değil mi? Sen kimsin? Sen bir talebe değil misin?
Titrek bir sesle, “talebeyim efendim,” dedim.
“Hayır, değilsin. Senin ne kaydın, ne de kuydun var! Sonra Akademi’nin bütün duvarlarına da afişler yapıştırmışsın. Akademi içinde de öğrencilere ‘Gıcık’ diye bir siyasi gazete dağıtmışsın. Dün akşam buraya kimler geldi, biliyor musun? Emniyetten üç polis seni arıyor. Senin adın ne?”
“Benim adım Eflatun efendim.”
“Hayır, Eflatun diye biri yok, tamam mı? Ben de, Eflatun diye birini tanımadığımızı, bu isimde bir öğrencimizin olmadığını söyledim. Bu konumdaki bir adamı, yani beni düşün, senin gibi ipe sapa gelmez biri için değil, Akademi’nin şerefi ve haysiyeti için ilk defa yalan söylüyor; utan! Bütün öğrenci kayıtlarına baktılar. Düşünebiliyor musun benim o anki durumumu? Allah’tan, Eflatun Nuri diye birinin kayıtlarda isminin olmadığı ortaya çıktı da, içim rahatladı. Ama iki yıldır okulda Eflatun Nuri diye biliyoruz seni, peki bu ne iş? Senin burada ne işin var? Kimsin yahu sen?”
“Efendim, benim adım Eflatun Nuri değil ki!...” dedim.
Burhan Bey birden ayağa fırladı. Dehşet içindeydi, alnındaki terleri sildi, “Hoppalaaaa!..” dedi.
“Asıl adım, Adil Nuri Erkoç, efendim. Akademi’deki kayıtlarda adımı görebilirsiniz. Eflatun Nuri de benim takma adım.”
Burhan Bey yerine oturdu, alnında gezdirdiği mendilini katladı, cebine koydu. “Peki, bu Eflatun nereden çıktı başımıza?” diye sordu.
“Anlatayım efendim” dedim.
EFLATUN RENKLİ İÇ ÇAMAŞIRI
“Bir gün ortaokulda, jimnastik dersindeydik. Öğretmenimiz, ‘herkes soyunsun!’ dedi. ‘Ben, hastayım hocam, ateşim var’ dedim. Elini alnıma koydu, ‘Hayır, bir şeyin yok’ dedi. ‘Ama… Hocam…’ filan dediysem de inanmadı. ‘Döverim, soyun!’ deyince pantolonumu indirdim. Bütün arkadaşlar, ‘Eflatuuuuuuun eflatuuuuuuun!’ diye hep bir ağızdan bağırdılar. Çünkü, affedersiniz, haminnemin eflatun renkli paçalı donunu giymiştim. O günden sonra herkes bana Eflatun, dedi.
Peki, haminninesinin eflatun donunu niye giymiş? Bir gece önce yediği karpuzda ölçüyü kaçırması sonucu altına kaçırmış, karanlıkta, el yordamıyla dolaptan ayağına geçirdiği haminninesinin eflatun renkli donunu giymiştir.
BİR DÖNEME DAMGASINI VURMUŞ
Evet, İzmir’de, bugüne değin adına 7 kez ulusal ölçekli karikatür yarışması düzenlenen 1950 kuşağının ünlü karikatürcülerinden Eflatun Nuri’nin takma adıyla ilgili öykü işte böyle.
Hemşehrimiz Eflatun Nuri’nin Türk karikatüründeki yeri son derece önemlidir. Nitekim çizgileri ve yarattığı ekolle bir döneme damgasını vurmuş, dolayısıyla tüm meslektaşlarını yakından etkilemiş Cemal Nadir, Eflatun Nuri’nin çalışmalarını başından itibaren ilgi ve takdirle izler, yarattığı ünlü Amcabey resmi ile iki karikatürünü, “Sevgili meslektaşım ve kardeşim Eflatun Nuri” ye diye imzalayarak verir, onu taçlandırır.
İlk yapıtını dönemin ünlü gülmece yayın organı Akbaba dergisinde yayımlayan Eflatun Nuri, elli yılı aşan sanat yaşamında Medet, Makro Paşa, Melun Paşa, Leman, Öküz, Yeni Harman ve Kaçak Yayın’da çizer, Yeni Asır Gazetesi’nde genç karikatürcülere hocalık yapar.
SEMİH BALCIOĞLU’NUN ANLATIMIYLA
Bir başka ünlü karikatürcümüz Semih Balcıoğlu, Eflatun Nuri’yi anlatırken, önce, “Şöyle dört dörtlük bir sergi açmadı” der ama ardından hemen ekler: “Afedersiniz, bir tane açtı. Hem de nerede biliyor musunuz? Londra’da.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir gün Vatan Gazetesi’nin birinci sayfasında 9 sütun bir fotoğraf gözüme çarptı. Fotoğrafta, duvarda karikatürler, önde Türkiye’nin Londra Büyükelçisi, Eflatun Nuri ve sıkı durun, İngiltere Başbakanı görülüyor.
Tanrının ona verdiği böylesi bir yetenek ancak Eflatun sayesinde çar-çur olabilir. Dünyada hiçbir işi ciddiye almaz. İşi gücü muzurluk ve gırgırdır.
Sabah kalktığında ne yapacağını kendi de bilmez. Masasının başına oturup karikatür de yapabilir, yarım saat sonra aklına eserse bir pundunu bulup Şili’ye gidip 6 ay da kalabilir.” Eflatun Nuri (d.1927), 3 Mayıs 2008 tarihinde yaşama veda eder.