Ermenilerin tarih boyunca oradan oraya göç ettirilmelerinin başlıca nedeninin, egemenliği altında yaşadıkları ülkelerde rahat durmamaları nedeniyle, Bizanslılar tarafından Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürüldüğünü ilk bölümde anlatmıştık. Bizans İmparatorluğu’nun başlattığı tecrit amacıyla göçlerinin devamı da gelmiştir
1250 tarihinde, Memluklular 10 bin kadar Ermeni’yi Mısır’a, 1743 tarihinde, İranlılar 24.000 Ermeni’yi İran içlerine sürmüşlerdir. 1777 tarihinde ise Ruslar bölgedeki binlerce Ermeni’yi Sibirya steplerine sürmüşlerdir. Dini açıdan yaşadıkları baskıdan bıkan ve huzur isteyen Ermeniler, mezhep farklılığı yüzünden baskıya boyun eğmiş ve kendi aralarında üç mezhebe ayrılmışlardır. 1328 tarihinde Katolikliği seçen Ermeniler, Osmanlı'nın izniyle 1831 yılında ‘Katolik Ermeni Patrikhanesi’ni kurmuşlardır. 1846 tarihinde, İngilizlerin Osmanlıya yaptığı baskının sonucunda da Ermeni Protestan Kilisesi kurulmuştur. 1850 tarihinde ABD misyonerlerinin desteklediği Protestanlara, ‘Millet başı’ seçme hakkı tanınmıştır. Anadolu’ya sonradan gelen Kafkasyalı Ortodoks Ermeniler ile yerli Gregoryen Ermeniler arasında da mezhep kavgaları da olmuştur.
Etnik ve dini kimliklerin ayrışmasıyla son bulan savaşların benzerlerini günümüzde de görmekteyiz. Ülkeler adına yeni kimliklerin kazanılması sırasında yaşanan ve yaşatılan acıları belgeleriyle izlemeye devam edelim.
SELÇUKLULARLA TANIŞMALARI
26 Ağustos 1071 tarihinde yapılan Malazgirt Meydan Savaşı’nda Ermenilerin Türklerin safına geçmesi ve Bizans’a karşı savaşmasını, batı dünyası hiçbir zaman unutmamıştır. Bu nedenle Bizans İmparatorluğu Ermenilere daima düşman gözüyle bakarak aynı düşüncelerini sürdürmektedirler. Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun doğusunda Bizans egemenliği resmen sona ermiştir. Bu tarihlerde, Ermenilerin Fırat Nehri kıyılarında, Malatya, Urfa ve Çukurova’ya yerleşerek ve sulak arazilerde tarımla uğraştıkları bilinmektedir.
Çukurova’nın Türklerin idaresine geçmesiyle, bu bölgedeki Ermenilerin, Türk devletinin idaresine girerek, Bizans zamanında görmedikleri hak, adalet ve hürriyete kavuştuğunu biliyoruz. Dini inanç ve yaşantılarına da karışmayan Türkleri, Ermeniler kurtarıcı olarak görmüşlerdir. Anadolu’da ikinci sınıf vatandaş olarak yaşayan Ermeniler, Türklerin egemenliğine girdikten sonra, ‘Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici anlayış ve inancından’ yararlanmışlardır.
OSMANLI TÜRKLERİYLE TANIŞMA
Osmanlı Devleti'nin kuruluşu sırasında Ermeniler Karamanoğulları, Ramazanoğulları beyliklerinde; Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim zamanında ise Akkoyunlu ve Karakoyunlu beyliklerinde azınlık olarak yaşamışlardır. Ermenileri bu dönemlerde, Konya, Eskişehir, Kütahya çevresinde yerleşmiş olarak görürüz. 1324 yılında, Bursa’nın Osmanlıya başkent olmasıyla, Ermenilerin Kütahya’da bulunan dini merkezinin, Bursa’ya taşınmasına Osmanlı Devleti tarafından izin verilmiştir.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u ele geçirdikten sonra, Bursa’da bulunan Ermeni Kilisesini Piskopos Ermenice Yovakim ile birlikte Galata’ya yerleştirmiştir. 1461 yılında, Fatih Sultan Mehmet Rumlardan alınan Sırp Kavork ve Sırp Hireşdogabet kiliseleri, Ermenilere ibadet etmeleri için tahsis ederek, Ermeni Patrikhanesinin açılmasına izin vermiştir.
Fatih Sultan Mehmet, Piskopos Yovakim’i Ermeni Patriğine tayin etmiştir. Osmanlı Devleti, Gregoryen Ermenilerin örgütlenmesine izin vererek, yönetimlerini kendi dini liderlerine bırakmıştır. Fatih, Ermeni Patrikhanesini kurduran fermanında; Patriğin Osmanlı topraklarında yaşayan bütün Ermenilerin hem ruhani, hem de bedeni lideri olduğunu hükme bağlamıştır. Fatih’ten sonra tahta çıkan bütün padişahların benzer içerikte fermanlarla Patrikhaneye statü verdiğini ve Tanzimat’a kadar bu düzenin değişikliğe uğramadan devam ettiğini biliyoruz.
Çaldıran zaferinden sonra, Yavuz Sultan Selim Tebriz’den birçok Ermeni sanatçıyı İstanbul’a getirirken, Ankara, Sivas, Tokat, Bayburt, Adana çevrelerinden getirdiği birçok Ermeni’yi de İstanbul’un yukarıda adı geçen semtlerine yerleştirmiştir. Ermenilere, şehrin altı ayrı semtine yerleştikleri için, ‘altı cemaat’ adı da verilmiştir.
TÜRK-ERMENİ DOSTLUĞU
Ermeniler, 300 yıl Selçuklularla ve 500 yıl Osmanlılarla olmak üzere toplam 800 yıl boyunca Türklerle dost olarak yaşamışlardır. Osmanlı idaresinde Ermeniler, ne siyasi ne de toplumsal bir birlik kuramamış, fakat Türklerin hoşgörüsünden yararlanarak din ve vicdan hürriyetiyle birlikte milli kültür ve varlığını yıllarca koruyabilmişlerdir. Osmanlı Devleti adil yönetimiyle, özellikle Müslüman olmayan halka karşı iyi davranışıyla hep öne çıkmıştır. Osmanlı idaresi tarafından, halkın can, mal ve namus dokunulmazlığı haklarının kullanımında din ve milliyet farkı hiçbir zaman gözetilmemiştir. Osmanlı idaresinden önce hürriyetten yoksun bir şekilde büyük baskılar altında yaşayan Ermeniler, Osmanlı Türklerinin idaresinde son derece memnun bir şekilde yaşamaya başlamışlardır. Yavaş yavaş Türk dili ve Türk adetlerini benimseyen Ermeniler, Müslüman olmayanlara verilen askerlik yapmama hakkının ayrıcalığıyla nüfuslarını arttırmışlardır.
Moltke 4 Nisan 1839 tarihli mektubunda ise: “Asya Ermenilerinin büyük bir kısmı dinç, itaate alışkın, refah içerisinde yaşayan bir halktır” demiştir.
Haçlılar, Filistin’de Müslümanları keserken, İspanya’da engizisyonun yarattığı yılgınlık ileri derecedeydi diyen Alexandar Pawell, Türk hoşgörüsünü şöyle anlatır: “Cromwel’in askerleri İrlandalı Katolikleri kıyıma uğratırken, Fransa’da kralın emriyle Protestanların kökü kazılıyordu. Bütün Avrupa ülkeleri hesapsız katliam ve yabanıllıkla karşılaşırken, Küçük Asya’da Müslüman, Hıristiyan ve Musevilerin yan yana tam bir dostluk içinde yaşadıklarını hatırlamak yerinde olur.”