“Konuşuyoruz ama nece konuşuyoruz?” Melodisi ve sözleri, ‘90’ların başından kulağınıza çalındı mı? “Biz ne bilelim o yılları, daha doğmamıştık bile” diyen Z kuşağı, sizi de düşündüm yazarken. Hani bitpazarına nur yağdı ya; ‘90’ların şarkıları yeniden moda oldu, pek çoğu yeniden yorumlandı... Vitamin grubuyla birlikte komik şarkılar akımının yaratıcılarından Ufuk ve Ercan’ın Hebelüp’ünü duymuşsunuzdur, sevgili Z. “Söze neden bana hitap ederek başladın?” diye soruyorsanız haklısınız. Z’ler size söylüyorum, X’ler ve Y’ler siz de anlayın zira bu yazıdaki meselemiz, dilimiz. 1940’larda ve öncesinde doğanları dışarıda bırakalım; sonraki kuşaklar dil meselesinden muaf değil. Dijitalleşmeyle hızla çoğalıp yaygınlaşan dil yanlışları, tüm yazılı ve sözlü mecralar kanalıyla çoğunluğu ele geçirmiş durumda.
Neden 1940’larda doğanları dışarıda bıraktık? Siz hiç yetmişli seksenli yaşlardaki birinin, “tekrardan, içerisinde, oldukça, ortak müşterek, aynen öyle, sıkıntı yok, sakin kal” gibi uyduruk sözler söylediğini duydunuz mu? Ben de duymadım. Dikkatle dinleyin, nasıl düzgün bir Türkçeyle konuştuklarını göreceksiniz. Çünkü onların dili, dijital teknolojiyle tanışmadan önce olgunlaşmıştı. Suni etkilerle bozulmayan, doğal bir değişim sürecinden geçen dil bilgileri, kuşaktan kuşağa kendi seyrinde aktarılarak gelmişti. Bu, hem yüz yüze iletişimle hem gazete, dergi, radyo ve kitap yoluyla olmuştu. Ülkeye 1968’de gelen televizyon (yani TRT) zaten bildiğimiz gibi iyi Türkçe kullanımını şiar edinmişti, günümüzün televizyonuyla ilgisi yoktu. Ona rağmen bilim insanları, 1960’lardan itibaren dilin doğru ve etkin kullanımına ilişkin bilinç ve duyarlılığın azalmaya başladığını söylüyor. Sebebi de bu yıllardan başlayarak teknolojinin yaşamımızı büyük ölçüde etkilemesi. Dijital medya hayatımıza girene kadar dildeki bozulmaya dair şikâyetlerin ana nedeni, özellikle Batı’dan geçen özenti sözcüklerin çokluğuydu. Sosyal medya hâkimiyetinin yaşandığı günümüzdeyse sorun artık sadece yabancı dillerle yapılan saçma bir sentez değil. Türkçe kelimelerin ve ifadelerin bizzat kendisi de olmayacak şekillere sokulmaya başlandı. Örnek mi? Çok. Sıralamaya yerimiz yetmez.
“YA DIŞINDASINDIR ÇEMBERİN YA DA İÇİNDE YER ALACAKSIN”
Medya, haberi, bilgiyi, düşünceyi yaygınlaştırır ve kalıcılaştırır. Gerek televizyon, gazete gibi geleneksel medya gerekse sosyal medya hesapları ve internet siteleriyle oluşan dijital medya, yanlışları da aynı hızla üretip yaygınlaştırıyor ve kalıcı hâle getiriyor. Hatalı kullanımlar sorgulanmadan alınıp dolaşıma sokuluyor ve sorgulanmadan kabul ediliyor. Örneğin basında çokça kullanılan bir tabir var; geçmişteki bir olayı hatırlatırken “geçtiğimiz ay, geçtiğimiz yıl vs.” deniyor. Biz geçmeyiz, zaman geçer. Bu yüzden ona “geçtiğimiz ay” denmez, “geçen ay” denir.
Bir kısmınız üzülecek ama Türkçede “içerisinde” diye bir kelime yok. Bunu kullananlar aslında “içinde” demek istiyor. Hatta “içerisi” de yok; ona, “içeri” denir. Kelimeleri gereksiz takılarla uzatınca daha mı havalı oluyorlar? Oldu olacak “dışında”yı da “dışarısında” yapalım! (Yok, hayır, elbette yapmayalım.) “Ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın” derken şair, bilememiş mi yani ne yazacağını! İşin tuhafı, koca koca yayınevlerinin yayımladığı kitaplarda ya da en önemli aracı dil olan edebiyat dergilerinde, “içerisinde” yazan editörler var.
Son yıllarda özellikle yerli televizyon dizilerinde sanki doğrusu öyleymiş gibi kullanılan bir “tekrardan” var ki gereksiz uzatmalar sınıfına giriyor. “Tekrar” demek dururken ne saçma bir çaba! Televizyon dizileri bahsini açarsak işimiz iş. Yüksek reytingli bir yapımda, geçen iki sezonda “ortak müşterek” dediler. Aynı anlama gelen bu iki kelime birbirini itip duruyordu hâlbuki. “Birimizden biri burada fazla” diyorlardı ama dinleyen kim? Kerli ferli oyunculara bile söyletip durdular. Neyse üçüncü sezonda senarist yanlışından döndü de “asgari müşterek” yazmayı başardı.
Fakat “sakin kal ve hoş buldum” için aynısını söyleyemeyeceğim. Sakin olunur, kalınmaz. Birisi öfkeli, sinirli, heyecanlı, fazla coşkuluysa yani duyguları ani inişler çıkışlar gösteriyorsa ona “Sakin ol” denir. “Sakin kal” derseniz hâlihazırda sakin birine “Böyle kalmaya devam et” demiş olursunuz ki gereksiz bir çaba daha… Ayrıca deyimler orijinal halleriyle kullanılır, birinci şahsa göre fiil çekimi olmaz; “Hoş bulduk”, “Hoş bulduk”tur.
Gereksiz eklerle uzatılan kelimelere örnek çok. “Cesaretli” garabeti meselâ... Cesur diye çok güzel bir sıfatımız var, cesarete sahip olanları tanımlamak için türetip dilimize zenginlik katmışız. Neden isme -li eki takarak onu çoraklaştırıyoruz? Bunun türevleri de var. Adil yerine adaletli, nazik yerine nezaketli diyenleri duyduk. Oldu olacak zarifi de zarafetli yapalım! (Bu arada yeri gelmişken, zerafet değil o kelime, zarafet; zariften geliyor.)
“DİL, VARLIĞIN EVİDİR”
Bazı kısa kelimelerin bağımsız varlığını tanımayanları da ben tanımıyorum! “Şu an” niye bitişiyor, biri anlatabilir mi? Anlatamaz çünkü birleşik değiller. Şu ve an, kendilerine ait hayatları olan kelimeler. Bütün “şey”ler şahsi bir haysiyete sahiptir, ayrı yazılır. Her şey, bir şey, pek çok şey… Nelerin bitişik nelerin ayrı olacağı konusunda ortalık zaten karışık, birden fazla yazım kılavuzu birbiriyle çatışma halinde, bazı kelimelerde arada kalıyoruz ama “şu an”ı bitiştirecek kadar da değil.
Ayırmak ve bitiştirmek meselesinde kafamız karışırsa hatırlayacağımız birtakım kurallar var. İki kelime yan yana geldiğinde kendi varlıklarının dışında yeni bir anlam ortaya çıkıyor mu? İki kelimenin ya da sadece ikinci kelimenin anlamı değişiyor mu? Değişiyorsa bitiştirin. Misal hindistancevizi, ayşekadın, kargaburnu, kavuniçi... Birleşen kelimelerden biri ses düşmesine mi uğramış? Bitiştirin. Misal birbiri, kaynana, emretmek... Bir kural da şöyle aklımızda kalsın: Sevenleri ayırmayın, bütün “sever”leri bitişik yazın; edebiyatsever, müziksever, sporsever. Bunlara bitişik yazılan birleşik kelimeler deniyor. Bir de ayrı yazılan birleşik kelimeler var. Fakat ne yazık ki bazı konularda sözlükler arası çatışma yaşanıyor. Yurt dışı kelimesi, bu sorunun sayısız örneklerinden biri. Türk Dil Kurumu ayrı, Dil Derneği ise bitişik yazıyor. Oysa iki kelimenin de anlamı değişmiyor. Yurt, bildiğimiz yurt; dış, bildiğimiz dış. Öyleyse ayrı yazılmalı. Kural açıkken bir sözlükteki bitişik kullanım, kafaları karıştırıyor hâliyle.
Bazı kelimelere yanlış anlamlar atamak da çağımızın dil vebalarından. Olur olmaz kullanılan “oldukça” kelimesi, aklıma ilk gelenlerden. (Hiç aklımdan çıkmıyor ki…) Kullananlar “çok, fazla, epey, son derece gibi anlamlar yüklemeye kalkışıyor oysa yanılıyor. Oldukça; “olabildiğince, olmaya devam ettiği sürece” demektir. Fazla şey bekliyorsunuz kendisinden. Tıpkı “yaşadıkça”nın yaşama müddetini, “yaptıkça”nın yapma süresini göstermesi gibi… “Oldukça yoruldum” diyenler, aslında “Çok yoruldum” demek istiyor. “Oldukça güzel görünüyor” ile kast edilen, “Son derece güzel görünüyor.”
Elbette dil, yaşayan bir organizmadır. Onu kullananların geçirdiği kültürel değişimlerle birlikte dönüşür. Bazen zenginleşir bazen çoraklaşır. Fakat bu dönüşüm hemen öyle bugünden yarına yaşanmaz, üstünden kuşaklar geçmesi lâzım. Bir de sormak lazım; apaçık ortada duran kurallar varsa ve kelimeler zaten son derece açık ve düzgünse onu “içerisinde, tekrardan, oldukça…” diye eğip bükmenin âlemi ne?
Atalar-analar sözüdür, “Dervişin fikri neyse zikri de odur.” Fikir fakirse zikir ne yapsın, onu dışa vurmaktan gayrı? Günde yüz elli kelimeyle konuşursak, kitap, dergi, gazete okumazsak, uzun yazılara tahammül edemeyip kısa videolarla beynimizi çöplüğe çevirirsek dilimizi nasıl derinleştirelim, zenginleştirelim? Doğru sözün doğulusu batılısı, kuzeylisi güneylisi olmaz. Dünyanın her yerinde aynıdır. Bakın Alman filozof Martin Heidegger ne diyor? “Dil, varlığın evidir, insan onun barınağında barınır. Düşünürler ve şairler bu barınağın muhafızlarıdır.” Evimiz biraz fazla mı dağıldı ne? Toparlama çabamız sürecek…