Tek seyirci koltuğunun boş kalmadığı Rembetiko’da Babis karakterini canlandıran Cengiz Toraman oyunculuğunun yanı sıra uzun yıllardır yazar, yönetmen ve müzik alanında da bir tiyatro emekçisi

ılların tiyatro oyuncusu Cengiz Toraman. Sadece oyuncu olarak değil, yazar, yönetmen ve müzik alanında da tiyatroya emek veriyor. İzmir Devlet Tiyatrosu’nun yeni sezonunda tek seyirci koltuğu bile boş kalmayan Rembetiko oyununda Babis karakterini canlandırıyor. En önemlisi, tiyatro oyuncusu olmak isteyen gençlere de yol da açıyor. Bunu Oyunculuk Sınavlarına Hazırlık Kılavuzu adlı kitabıyla yapıyor. Cengiz Toraman ile tiyatroda oyunculuğunu, yazarlığını, yönetmenliğini, Rembetiko’yu, doğup büyüdüğü Eskişehir’i, İzmir’i ve Ocak ayında İzmir seyircisiyle buluşacak yazıp yönettiği Ben Türkan Saylan oyununu konuştuk.

Cengiz Toraman Neslihan Perşembe Kulakoğlu

Tiyatroda oyuncu, yazar, yönetmensiniz. Kendi yazdığınız oyunların müziğini besteliyorsunuz. Sizin için yeni yıl dileğim; sahnenizin olması çünkü kaç kişi var hem sahnede hem sahne arkasında?

Öncelikle beni Dokuz Eylül Gazetesi’ne konuk ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Sağ olun; tiyatroda oyuncu, yazar, yönetmensiniz diyorsunuz. Ben öncelikle oyuncu olduğumu ifade etmeliyim. Yanı sıra evet yazarlık, yönetmenlik, bestecilik de yapıyorum. Özellikle yazarlık konusunda; insanın kendisine yazar diyebilmesi için oldukça cesaretli olması gerekiyor. Yazarlık alanında, ben kendimi o kadar cesaretli görmüyorum. Bunca büyük yazar varken, yazan biri diyorum kendime. Yine de sağ olun, teşekkür ederim. Zaten biraz böyledir; tiyatro sanatların anası diye ifade edilir. Tiyatroda çeşitli sanat dallarından besleniyoruz. Tiyatroda uzun yıllar geçirmiş biri de, sanatın çeşitli dallarıyla sürekli ilişki halindedir. Ben de bu birikimimi tiyatro sanatının çeşitli yönlerinde kullanıyorum diyebilirim.

2025 için çok güzel bir dilek dilediniz. Sağ olun, teşekkür ederim. Bol tiyatrolu, bol oyunlu, seyircimizle gerçekten yoğun buluştuğumuz bir yıl olmasını diliyorum. Ülkemiz için tüm zamanların böyle olmasını istiyorum. Sadece sahne üstünde değil, sahne arkasında da pek çok arkadaşımız görev alıyor. Tahmin edersiniz ki, tiyatro insana maddi zenginlik vadeden bir sanat dalı değil. Dolayısıyla tiyatro yapmak için; gerçekten tutku, belki biraz inat, umut ve dünyayı değiştirme iradesi gerektiriyor. Bunu yapan herkesin karşısında saygıyla eğilirim. Sizin vesilenizle aklının, gönlünün ışığını, seyiriciyle korkmadan paylaşan tüm tiyatro emekçilerine iyi bir yıl diliyorum. Seyircilerimize de oyunlarımıza bol bol gelmelerini ve tiyatroyu desteklemelerini rica ediyorum.

Kutu 1 Foto

SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ KİTAP

Biz Kitap’ın yayınladığı Oyunculuk Sınavlarına Hazırlık Kılavuzu adlı bir başucu kitabınız da var.

Kitabınızı okuyup uyguladıktan sonra oyunculuk sınavını kazananlardan size geri dönüş oldu mu?

Bu kitabın bir hikayesi var. Aslında biraz buruk bir hikaye. Eskişehir konservatuvarında hoca olduğum dönemde, konservatuvarın oyunculuk bölümü giriş sınavlarıyla ilgili bilgi almak isteyen adaylar, daha çok bana yönlendirilirdi. Yine bir gün telefonum çaldı. Dediler ki, sınavla ilgili bilgi almak isteyenler var. Ben de buyursunlar dedim. Bir baba oğul geldi. Muş’tan sadece sınav hakkında bilgi almak için Eskişehir’e gelmişler. O zaman sanıyorum bu sosyla medya da yaygın değil, internette sınırlı erişim söz konusuydu. İnsanlar sadece bilgi almak için Muş’tan Eskişehir’e konservatuvarda beş, on dakikalık bir görüşme yapmak için koca bir yol gelmişlerdi. Bu beni derinden sarstı. İnsanların, sınavlarla ilgili bilgiye daha kolay ulaşımını nasıl sağlayabilirim diye düşündüm. Eşim de yüreklendirdi beni, dedi ki; bu senin boynunun borcudur. Aslında küçük bir bilgi notu hazırlamakla başladığım işin içeriği büyüdü. O sırada konservatuvardaki hocalık görevinden ayrılmıştım. Olay büyüyünce, kitaba dönüştürüp yayınladım. Doğrusunu söylemek gerekirse, oyunculuk sınavlarına hazırlık, çok sömürüye açık bir alan. Konu hakkında yeterli bilgisi olan da olmayan da bu konuya girdi. İşini layıkıyla yapan kurumlar da var, layıkıyla yapmayan kurumlar da. Bu kurumlara ulaşmaya imkanı olmayan kişilerin, gerek maddi gerekse coğrafi koşullar nedeniyle, en azından genel bir bilgiye sahip olmaları için bu kitabı kaleme aldım. Zaten bu kitapla ilgili sözleşmemde de şöyle bir yaklaşımım var; ben bu kitaptan hiçbir zaman gelir sağlamadım. Telif hakkımı kitap olarak yayınevinden alıyorum ve kitabı ihtiyacı olan öğrencilere dağıtıyorum. O yüzden bu benim için bir sosyal sorumluluk projesi. Biz Kitap’taki arkadaşlarıma da şunu söylüyorum; bu kitabın ücretini çok yüksek tutmayın, ki insanlar erişebilsin. Sağ olsun onlar da gerçekten buna dikkat ediyorlar. Kitapla ilgili bana çok dönüş oluyor. Özellikle Ağustos ayı oyunculuk sınavlarının yoğunlaştığı bir ay. Kitapta mail adresim var, çok mesaj geliyor. Hem konuyla ilgili danışmak isteyenler hem de akıllarına takılan bir soruyu sormak isteyen genç arkadaşlar, mail yoluyla bana ulaşıyorlar. Yaptığım işin gerçekten gençlere yararlı olduğunu görmek, hayatımın en sevinçli anlarındandır. Bir de bu kitabı yazdığımda, sosyal medya bu kadar gelişkin değildi. Şimdi artık sosyal medyadan da gençler bana ulaşabiliyor. Her yılın Ağustos ayında bir yoğunluğum oluyor. İşte hangi parçayı hazırlayım hocam, şöyle yapsam olur mu hocam, böyle yapsam benim lehime mi aleyhime mi olur, şöyle bir çalışma düzeni yaptım, kitaptaki şu bölümü anlamadım diyenler oluyor. Ben de hepsine zaman ayırıp elimden geldiğince dönmeye gayret ediyorum. Kitabın işe yaradığını görmek beni sevindiriyor. 

Costas Ferris’in yazıp yönettiği Rembetiko filmini 80’li yılların sonunda izledim. Büyülendim. Aynı hafta içinde üç kere daha izledim. İzmir Devlet Tiyatrosu yorumundan da etkilendim. Sizce neden?

Evet ben de o yıllarda izlemiştim Costas Ferris’in Rembetiko filmini, büyülenmiştim. Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı Ödülü’nü almıştı. Tabi o zaman izlediğimde, aradan yıllar geçecek ve tiyatro versiyonunda oynayacağım düşüncesi yoktu. Bu anlamda hayat gerçekten tuhaf. Karşılaşmalar, sürprizler... Bu sezona İzmir Devlet Tiyatrosu’nda aslında başka bir projeyle başlayacaktım. Oyunun yönetmeni Murat Çidamlı; “Bu rolü senin oynaman lazım” dediği için teklifi kabul ettim. Birçok nedenle hepimizi çok derinden etkileyen bir hikaye. Birincisi bu topraklarda bir zamanlar komşularımız olan insanların yurtlarını terk ederek karşı kıyıya gitmesi, karşı kıyıdaki insanların da yurtlarını bırakarak bizim kıyıya gelmeleri zaten trajik. Aslında biz hepimiz biraz öyleyiz. Yerinden yurdundan edilen insanların hikayelerini kendimizle özdeşlik kurarak takip ediyoruz. Her birimizin ailesinde mutlaka iki kuşak, üç kuşak öncesinde yaşadığı yeri terk eden birileri var. Onların hikayelerini iyi, kötü hepimiz biliyoruz. Bu topraklar çok yakın bir zaman kadar, hâlâ da öyle biraz; savaşların olduğu, göçlerin olduğu, zorunlu yer değiştirmelerin yaşandığı topraklar. Yabancısı olmadığımız hikayeler. Günümüzde de ülkemizde biliyorsunuz birçok mülteci, göçmen, sığınmacı var. Bizden de yurtdışına çeşitli nedenlerle gidenler var. Belki de hepimizi bu hikayede derinden sarsan, yakalayan taraf budur. Filmin müzikleri, oyunculuklar, görüntüleri; ekip çok başarılıydı. Şimdi de bu filmin tiyatro versiyonuyla seyirci karşısına çıkıyoruz. Sağ olsun seyircimiz de oyuna ilgi gösterdi, sevdi. Biz de oynamaktan çok memnunuz. Görkemli, büyük kadrolu, güzel bir müzikal seyrediliyor.

Rembetiko’da Babis rolünüze değinelim. Rebet müziğinin bu kentin hafızasında olması İzmir seyircisinin tepkisini farklı kılıyor mu? Çıktığınız turnelerde aynı ilgi ve alkışla karşılaşıyor musunuz?

Evet Rembetiko oyununda Babis karakterini oynuyorum. Babis, zamanının en büyük müzisyenlerinden biri. Bu karakteri çok severek oynuyorum. Kendi içinde çelişkileri var. Biraz sevimli, biraz hayta. Aslında hepimiz gibi. Hepimiz kendi içimizde çeşitli çelişkileri barındırıyoruz. Bir yandan zamanının en parlak müzisyeni, öte yandan kadınlara zaafı var. Diğer yandan dostlarını asla satmıyor. Çok kolay yalan söylüyor. Provalar sürecinde bu büklümlü rolle çetin bir savaşımız oldu. Galiba sevdik birbirimizi. Sağ olsun seyiricimiz de ilgi gösteriyor oyunumuza. İzmir seyircisi, yerinden edilmenin zorluğunun yakından tanığı. Dolayısıyla seyircimiz empati yapıyor diye düşünüyorum. Aslında bu ülkede yaşayan herkesin zorunlu olarak yerinden, yurdundan edilme hali var. Bu duyguyu insanlar tanıyor. Babis rolünü oynarken, Rembetiko oyununda yer alırken şöyle bir özel duygum da vardı; benim kişisel hayatımda da önemli izleklerden biri. Yazdığım tüm oyunlarda yerinden yurdundan edilmiş insanların hikayelerini anlatmayı seviyorum. Hatta bir oyunumda şöyle bir söz var, diyor ki karakter: “Yurdundan edilmek en büyük acıdır. İnsan bu kadar acıya dayanamaz. İnsan değil bir demirden dağ olsa, yanar, erir, kül olur.” Bir halk için, insanlar için ölümden beter ne var deseler, yerinden yurdundan zorunlu göçe tabi tutulmak denir. Çok büyük, yıllar, yüzyıllar boyunca insanın içinden çıkmayan bir büyük acı. Sanıyorum İzmir seyircisi bu konuyla ilgili özel bir duyarlılığa sahip. Oyunumuzu da severek seyrediyorlar. Sağ olsunlar. Ben de rolümü severek oynuyorum.

Kutu 2 Foto

DEVLET TİYATROSU TOPLUMSAL DAYANIŞMA

 Cengiz Toraman, Rembetiko gibi büyük kadrolu, büyük bir yapımın Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenmesinin önemine dikkat çekerek şöyle diyor: “Rembetiko gibi bir proje devlet tiyatrosunun bu ülke için ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor. Çünkü tiyatro çok maliyetli, pahalı bir sanat. Böyle görkemli, büyük kadrolu bir müzikali, özel bir tiyatro sahnelemeye kalktığında, seyircilerimiz büyük oranda, özellikle de bu ekonomik koşullar altında bu oyunu takip etmekte güçlük yaşayacaklardı. Devlet tiyatrosu çok daha makul fiyatlara, seyircisiyle görkemli bir projeyi buluşturabiliyor. Bu bir toplumsal dayanışma da. Sanata erişmek herkesin hakkı ve devlet tiyatrosu bunu demokratikleştiren bir kurum. İnsanların sanata erişimlerini kolaylaştırıyor. Sizin aracılığınızla bir daha bunu gündeme getirmeyi görev biliyorum. Devlet tiyatrosu olmasaydı pek çok insan, böyle bir oyunu seyredemeyecekti. Bunu özellikle vurgulamak istedim.”

Kutu 3 Foto

BEN TÜRKAN SAYLAN

Yazdığınız, yönettiğiniz Ben Türkan Saylan, Ocak ayında İzmir seyircisiyle buluşacak. İzmirli oyuncu Şenay Gürler, Türkan Saylan’ı canlandırıyor. Türkan Saylan hekim, aydın, yurtsever olarak aydınlanma ve çağdaşlaşmaya ömrünü adadı. Bu adayış mı sizi tiyatro oyununu yazmaya yöneltti? Uğur Mumcu üzerine yazdığınız Unutma Bizi oyununu da katarak bu soruyu sormak isterim.

Evet konuyu çok iyi görmüşsünüz. Uğur Mumcu, Türkan Saylan isimlerinin seçimi, bu anlamda raslantı değil. Aslında Levent Üzümcü Tiyatromuzda bir projemizdi. Cumhuriyetin 100. yılı yaklaşmaktaydı ve Cumhuriyetin 100. Yılını, Cumhuriyetin çok önemli üç aydınıyla karşılayıp selamlamak gibi bir fikir vardı kafamızda. Bu projenin birinci ayağı aslında “Aziz Nesin Kabare”ydi. Benim de içinde olduğum dört oyuncu tarafından oynanıyordu. İkinci ayağı “Ben Türkan Saylan” ve üçüncü ayağı da Uğur Mumcu’nın anlatıldığı “Unutma Bizi”. Türkan Saylan’ı Şenay Gürler oynuyor. Şenay Gürler çok yetenekli, çok nitelikli bir sanatçımız. Ülkemizin gurur kaynağı sanatçılarından. Burada şunu da özel bir bilgi olarak söylememe müsaade ederseniz; Türkan Saylan ismi Türkiye için çok önemli bir isim. Sadece cüzzamla mücadelede yürüttüğü çalışmalar, yetiştirdiği öğrenciler değil, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) aracılığıyla ihtiyacı olan öğrencilere yaptığı inanılmaz katkılar sözkonusu. Dolu dolu yaşanmış bir ömür. Böyle bir rolü oynayacak oyuncuyla ilgili benim de şöyle bir yaklaşımım olmuştu; oynayacak oyuncunun, bu rolü günlük hayatında da taşımaya uygun bir kişi olması gerekir. Bu söylediklerimi belki okuyucularımız yadırgayabilir ama böyle bir kişisel inadım vardı. Şenay Gürler de Türkan Saylan’ı oynamaya yaklaşım ve yetenek açısından çok uygun bir isim olmasının yanında günlük hayat karşısındaki kişisel durumu, memleketin, dünyanın sorunlarına ilişkin duruşuyla da örnek bir insan. Bu nedenle Şenay ile çok güzel, verimli, zorlu, çetin çeviz bir prova süreci yaşadık. Ama sonuçları itibariyle gerçekten çok keyifli oldu. Seyircimiz sağ olsun Türkan Saylan’ı, Şenay Gürler’in sesinden, nefesinden yeniden seyredebilme şansına sahip oldular. Bu konuyla ilgili çok güzel anılarım var. Ben onay almadan böyle bir işe girmem; Türkan Saylan’ın yakınları, ÇYDD, dostları ayrı ayrı bu oyunu okuduklarında ortak olarak şunu dediler: “Bu, Türkan Saylan üzerine yazılmış en güzel şeylerden biri.” Bu beni ayrıca çok mutlu etti. Hatta Türkan Saylan’ın uzun yıllar yol arkadaşlığını yapmış ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Ayşe Yüksel hocamız oyunun galasında bana sarılıp “Cengiz bey, sahnede Türkan hocamı gördüm” dediğinde, ikimiz de gözyaşlarımızı tutamadık. Birbirimize sarılarak ağladık. Benim için unutulmaz anlardan biriydi. Uğur Mumcu da hem Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) hem Güldal hanım, çocukları Özgür bey ve Özge hanım olmak üzere hepsinin kontrolünden geçti. “Unutma Beni”yi Levent Üzümcü, Orhan Aydın, piyanist Dengin Ceyhan ve solist Gülcan Altan’ın performansıyla sahneye koyduk. O da gerçekten seyircimizin içine sinen, çok beğendiği, alkışladığı işlerimizden biri oldu. Aziz Nesin Kabare zaten 100 temsili aştı. Seyircimizden çok beğeni aldı. Cumhuriyetin 100. Yılını üç aydınla selamlama fikri, yıllara varan çalışmanın ürünüydü. Cumhuriyetimizin hepimiz için inanılmaz kazanımları oldu, çok bedeller ödendi. Her yurttaşın bu sorumluluk bilinciyle davranması gerekir. Cumhuriyet bu ülkede yaşayan herkesin onurunun teminatıdır. Bu konu üzerine herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi gerektiğine inanan biriyim. 

Rembetiko gibi İzmir’in tarihini canladıracak, ezber bozacak yeni tiyatro oyunları, projeleriniz arasında var mı?

Doğrudan İzmir’i ele alan bir proje beni bekliyor mu bilmiyorum. Belki şöyle bir şey söyleyebilirim; önümüzdeki süreçte benim yazdığım ve yine benim yönetip oynayacağım bir proje gündeme gelebilir. Bu proje doğrudan İzmir’i ele almıyor ama İzmir seyircisine uzak olmayan temalara sahip. Yine yerinden yurdundan edilen insanların yarı hüzünlü yarı komik hikayelerinin olduğu bir oyun. Seyircilerimizin ilgiyle, beğeniyle seyredecekleri bir iş. Kesinleştiği zaman yine sizin aracılığınızla Dokuz Eylül Gazetesi’nden seyircimize duyururuz. Ezber bozan demişsiniz; bu benim için çok iddialı bir şey. Yaptığımız işler gerçekten ezber bozuyor mu bozmuyor mu kararı seyircilerimize bırakalım.

Eskişehir doğup büyüdüğünüz, tiyatroya adım attığınız, eğitimini aldığınız bir güzel kent. Artık size İzmirli diyebilir miyiz?

Evet Eskişehirliyim ben. Ailem de kuşaklarca Eskişehir’de yaşamış. Orada doğdum, büyüdüm, okudum. Ben aslında biraz göçebe ruhluyum. Her birinde beş yıldan az olmamak üzere Eskişehir’de, İstanbul’da, Erzurum’da yaşadım. Şimdi de İzmir’de yaşıyorum. Bazılarında uzun yıllar yaşadım. Denir ki; “İnsan doğduğu kenti hep yanında taşır”. Ben de hep Eskişehir’i yanımda taşıyorum. Onun ayazını, soğuğunu taşıyorum. Ama Eskişehir ile İzmir, biribirine duygusal olarak çok uzak olan iki şehir değil. Elbette ben de biraz İzmirli oldum çünkü eşim İzmirli. Yani eş durumundan hanımköylü derler, öyleyim. İzmir’in iklimi, insanı, yapısı, geleneği ister istemez sarmalıyor. Öyle bir özelliği var. Kendine geleni kucaklayan, bunu da o zengin mozayiğin parçası haline getiren bir taraf. Gergin olmayan bir kent. İşin doğrusu Eskişehir de biraz öyle. Ortak noktalardan birbirimizi yakalayabildiğimiz bir şehir İzmir. Biribirimize yabancı olmadığımız bir kent. Ben biraz dönüşüyorum galiba. Çetin cevizim, demir leblebiyim icabında. Ben de onu dönüştürüyor olabilirim. Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim; benim de İzmirli huylarım olmaya başladı. Hatta eşim, arkadaşlarım; “Vay işte sen de İzmirli oldun” diye bazen dalga geçiyorlar. İzmir’de yaşamayı seviyorum. Bana Dokuz Eylül Gazetesi’nde yer verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim. Bu sayfa aracılığıyla çıktığınız yolculukta ve sanat hayatınızda eşinizle bereber size soluklu, maceralı, uzun, güzel bir yolculuk dilerim. Sağ olun.