1921 Eylül ayı... Sakarya Meydan Muharebesi... Kan gövdeyi götürüyor. Oluk gibi akan kan, Sakarya Nehri’ni adeta kızıla çevirmiş. General Papulas komutasındaki Yunan Ordusu Ankara'ya 50 kilometre yaklaşmış. Türk Ordusu 5 binden fazla şehit vermiş. Kayıpların büyük bir kısmı subaylar. Türk Ordusu'na kumanda eden Mustafa Kemal'in 3 kaburgası kırık. Savaşa çok büyük ve kanlı savaş anlamında ''Melhame-i Kübra'' adı veriliyor.
Sakarya'daki bu çok kanlı savaş devam ederken, askerlerimiz bir-bir şehit olurken Osmanlı'nın payitahtında neler oluyor?
1 Eylül 1921... Yıldız Sarayı... Şatafatlı salonda büyük bir ziyafet var. Bu bir evlilik töreni. Bir gün önceden kına gecesi yapılmış. Damat 61, gelin 19 yaşında... Gelin ipekten muhteşem bir gelinlik giymiş. Başına pırlantalı bir taç, boynuna pırlantalı bir kolye takmış. Nimet Nevzad Hanım, Sultan 5. Reşat'ın hareminden bu yana Sarayda bulunmakta...
61 yaşındaki damat pek mutlu. Dünyadan habersiz konukların görkemli sofradan tıkınmalarını izliyor. Belli ki Sakarya'daki akan kanlar umurunda değil. Kim mi bu damat? Padişah Vahdettin... Beşinci evliliğini yapıyor. İlginçtir, 1918'de 17 yaşındaki Nevvare Hanım'la tantanalı bir törenle Dolmabahçe Sarayı’nda dördüncü evliliğini yaparken de Osmanlı Ordusu emperyalist güçlerle boğazlaşmakta idi.
***

Nereden geldik Osmanlı'nın bu son padişahına?
Cumhuriyet’in 100. yıl kutlamalarında, donanmanın, cumhurbaşkanını 'Vahdettin Köşkü(!)'nden selamlaması kamuoyunda bazı soru işaretlerine yol açtı. Neden Sancak Gemisi, ya da Dolmabahçe Sarayı değil de, vatanı düşman zırhlısıyla terk eden bir padişahın adının verildiği bir Köşkte selamlama alınmıştı? Aslında Köşkün adı tam olarak Çengelköy Köşkü idi. Köşk padişah olmadan önce Vahdettin tarafından kullanılmış, daha sonra Zehra adlı bir cariyeye bağışlanmış. Köşke ''Vahdettin Köşkü'' denmesinin altında özel bir neden mi var? Bunu da bilemiyoruz...
Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk'ün idam fermanını imzalayan, işgal orduları ile işbirliği yapan, Kuvayı Milliye’nin üzerine Kuvayı İnzibatiye hainlerini salan, iç isyanları destekleyen, nihayetinde İngiliz zırhlısıyla yurtdışına kaçan Vahdettin'le ilgili olarak Ata Nutuk'ta bakın neler söylemiş;
''...Gerçekten de her  ne sebeple ve ne şekilde olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyet ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar adi bir yaratığın, bir dakika bile olsa, bir milletin başında olduğunu düşünmek ne hazindir!''
***

Ata'nın vurguladığı gibi bir Osmanlı Padişahı ülkesinde yaşamını tehlikede görüyor ve İstanbul'daki işgal kuvvetleri komutanından yardım talep ediyordu;
''İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiliz devleti fehimesine iltica ve biran evvel İstanbul 'dan mahalli ahara naklimi talep ederim efendim.''
Talep İngiltere tarafından uygun görülmüştür. Tarih17 Kasım 1922... Saat 6 sularında gecenin  zifiri karanlığı sürerken Sultan, oğlunun elinden tutarak  Malta Kapısına yürür. Kapıda bekleyen otomobillerden en öndekine biner. Maiyetindeki kişiler ve bagajlar diğer araçlara tıkıştırılır. Araçlar  büyük bir gizlilik içinde ve süratle boğaz kıyısındaki Dolmabahçe Sarayı’nın önüne gelir. General Harrington burada sultanı beklemektedir. Hep birlikte Amiral Brock'un amiral gemisinin filikasına binerler. Vahdettin birkaç dakika sonra Malaya zırhlısının güvertesindedir. Gemi süratle demir alır. Son Osmanlı Padişahı, İstanbul'a son kez bakar, soğuktan mı neden bilinmez tir-tir titremektedir.
İşte bu gerçekler ışığında Çengelköy Köşkü'nün adının ısrarla 'Vahdettin Köşkü' olarak anılmasının bir açıklaması var mıdır acaba?