Adını ilk kez 2013 yılının ilkbaharında Hollanda’da duyduğumda Türkiye’de yayın faaliyetlerine henüz başlamamıştı. Netflix’in o günlerde dünya genelinde sadece 40 ülkede 35 milyon dolayında abonesi vardı. Geçtiğimiz 10 yıl içerisinde baş döndürücü bir hızla büyüdü Netflix.
Günümüzde 192 ülkede 290 milyon abone sayısına ulaşmış durumda. Her abone üzerinden mütevazı bir tahminle 4 ila 5 kişinin izlediğini düşünürsek dünya genelinde 1,5 milyar insana ulaşıyor izleyici sayısı. Netflix’e erişimin olmadığı Çin, Rusya, İran ve Kuzey Kore’nin dışında kalan dünyada neredeyse her 4 kişiden biri bu yayın platformunu takip ediyor. Netflix’in bir film, dizi, belgesel ve oyun platformundan çok küresel bir toplum mühendisliği misyonunun parçası olduğunu düşünüyorum. Netflix bana göre, kendi yarattığı teknolojinin esiri olmuş Homo Sapiens’in aile ve toplumun ortak yararları yerine bütünüyle bireysel çıkar, haz, hırs ve tutkularının peşinde koştuğu yeni dünya düzenini yaratma çabasında atomize kimliklerin oluşturulması için kullanılıyor. Bu bağlamda yerleşik bütün gelenekler, inançlar, insan ilişkileri ve yaşam biçimlerinin yanı sıra aile gibi kurumlar da hedef tahtasına oturtuluyor. Örneğin, iki kadın ya da iki erkeğin çocukların ebeveyni olduğu “ailelerin” normalleştirilmesi ve kabullenilmesi isteniyor.
NETFLİX’TEN PKK GÜZELLEMESİ
Küreselleşmecilerin tasarladığı yeni dünya düzeninde, birey nasıl aileden, toplumdan soyutlanıp edilgen ve atomize hale getiriliyorsa benzer bir çaba etnisite ve dinsel gruplar üzerinde de yürütülüyor. Ulus devlet, küreselleşmenin önündeki en büyük engel olarak görüldüğü için bu devletler mikro milliyetçilik kartıyla etnik, dini ve mezhepsel temelde ayrıştırılmaya çalışılıyor. 2001 yılında yani Saddam Hüseyin döneminde büyük bölümü Bağdat’ta olmak üzere yaklaşık 6 ay boyunca Irak’ta görev yaptım. O günlerde camilerde Şiiler ve Sünniler yan yana namaz kılıyor ve birbirleriyle evleniyorlardı. 2003’teki ABD işgali sonrasında ise İngiliz gizli servisi MI6’nın başını çektiği provokasyonlar etkilerini gösterdi ve bu insanlar vahşice birbirlerini öldürmeye başladı. MI6 ajanlarının, o günlerde Irak’ta mezheplerle oynadığı oyunu; bugün algı endüstrisinin aparatı Netflix, Suriye’deki ve Türkiye’deki teröristlerle yapmak istiyor.
TERÖR ÖRGÜTÜNE SUBLİMİNAL MESAJ
Çinli bir bilim kurgu yazarının “3 Cisim Problemi” adlı eseri, Netflix tarafından bu yıl televizyon dizisine uyarlandı. Dizide dünya uzaylıların işgal tehdidi altındadır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin girişimleri sonucunda insanlık tarihinin en büyük tehdidine karşı dünyayı kurtaracak 3 kişi seçilir. İnsan ırkını yok etmekte kararlı olan San-Ti gezegeninden yola çıkan işgalci uzaylılar, dünyadaki bütün iletişim kanallarını yakından takip etmektedir. Bu yüzden dünyayı kurtarmak için seçilen bu 3 kişiden “uygun an” gelene kadar stratejilerini kimseye açıklamamaları istenmektedir. Peki bu 3 kişi kimlerden oluşmaktadır? Birinci kurtarıcı savaş tarihi uzmanı ve askeri strateji duayeni Çinli bir generaldir. İnsanlığı kurtaracak ikinci kişi Oxford Üniversitesi’nden fizik dehası genç bir profesördür. Birleşmiş Milletler’in dünyanın kaderini eline teslim ettiği üçüncü kişi ise terör örgütü PKK-YPG’nin eli kanlı temsilcisi Leyla Ariç’tir. BM Genel Kurulu’nda Ariç’e, Rakka’da IŞİD’e karşı mücadele verdiği gerekçesiyle üzerindeki terörist kıyafetleriyle uluslararası kahraman payesi bahşedilir. Dizi üzerinden terör örgütü PKK’ya ve Suriye’deki uzantısına uygun anı beklerken ketum ol, uygun an geldiğinde dünya arkanda olacak subliminal mesajı veriliyor. 3 Cisim Problemi’nin romanında üçüncü kişiyi Venezuelalı bir gerilla temsil ederken Netflix’in aynı romandan uyarladığı dizide bu payeyi PKK’lı bir teröriste vermesi ABD merkezli dijital medya platformunun niyetini açıkça gözler önüne sermektedir.
EVANJELİSTLER VE KUTSAL MERYEM
İsrail Başbakanı Netanyahu, ABD Başkanlık Seçimleri’nden önce Trump’a desteğini açıkça ifade etmişti. Seçimlerden bir hafta önce İsrail’in yüksek tirajlı gazetelerinden Jerusalem Post, İsrail halkının yüzde 60’ının Trump’ı, yüzde 20’sinin ise Harris’i desteklediğini duyurmuştu. İsrail halkının açık ara Trump’ı desteklemeleri kendi açılarından son derece mantıklıydı. Zira Trump, ilk döneminde, gelmiş geçmiş ABD başkanları içerisinde İsrail’e en büyük desteği sağlayan isim oldu. Birleşmiş Milletler geleneğinde Mekke ve Kudüs gibi kutsal kentlere başkent statüsünün verilmemesi gerektiği belirtilir. Ayrıca uluslararası toplum Doğu Kudüs’ü İsrail’in işgali altında sayar. Trump, BM’yi hiçe sayarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı ve Amerikan büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıdı. Bununla da kalmadı, yine BM’ye göre Suriye’ye ait olan Golan Tepeleri’ni İsrail toprağı ilan etti. Ayrıca havuç-sopa politikasını kullanarak petrol zengini Arap ülkelerinin Abraham Anlaşmaları ile İsrail ile barış yapmasını sağladı. 20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturacak Trump’ın yeni ekibi, görünen o ki şu ana kadar ki en İsrail yanlısı kabine olacak. Trump’ın savunma bakanı olarak aday gösterdiği Pete Hegseth başta olmak üzere yeni kabinenin büyük bölümü evanielist siyonistlerden oluşuyor ve bu kişiler Batı Şeria’nın İsrail’e ilhakını savunuyor. Batı Şeria (West Bank) yerine İncil’deki ismiyle Yahudiye ya da Samiriye ifadesini kullanmayı tercih ediyorlar. Bu insanlar, “Biz Amerikalılar için New York ne kadar Amerikan toprağı ise Bethlehem de (Beytüllahim) İsrail toprağıdır” diyor. İşte tam bu aşırı İsrail yanlısı evanjelist ve siyonist kabine göreve başlamadan önce Netflix, Mary-Kutsal Meryem filmini 6 Aralık’ta gösterime soktu. Evenjelist görüşleriyle tanınan iki ismin, yönetmen DJ Caruso’nun ve senarist Timothy Michael Hayes’in imzasını taşıyan filme Arap dünyasından çok büyük tepki var. Zira başta Meryem’i canlandıran Noa Cohen olmak üzere oyuncuların büyük bölümünü İsrailliler oluşturuyor. Hristiyan Araplar, sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşımlarda “Hz.İsa’nın doğduğu Beytüllahim’de üzerimize İsrail mermileri yağarken Evanjelist Hristiyan Siyonistlerin İsrailli oyuncular ile Meryem filmini çekmesi kabul edilemez” diyorlar. İsrailliler ise, bu tepkileri anti-semitizm olarak nitelendiriyor ve Meryem ile ailesini Yahudilerin canlandırmasının tarihsel açıdan doğru olduğunu savunuyorlar. Algı endüstrisi, Netflix gibi sınır tanımayan dijital medya platformlarıyla milyarlarca kişiye ulaşıyor. Önemli olan silahlardan daha etkili olan bu endüstriyi izleyen değil izleten olabilmek.