7 Ocak 1952’de Bolu’nun Mengen’inde doğmuş ama biz onu hep İzmirli biliyoruz. Çünkü çocukluğu ve unutulmaz günleri hep bu kentte geçmiş. Bolululuğu, İzmirliliği dışında aynı zamanda o 40 yılı aşkın bir süredir de Sydneyli, yani Avustralyalı…
Dönem 12 Eylül dönemi. Yargılanma, aranma ve biricik eşinin açık kalp ameliyatı olma zorunluluğuyla karşı karşıyadır. Ünlü kalp doktoru Siyami Ersek’in önerisi şöyledir kendilerine: “Kalp kapakçıkları kalsifik olduğundan ameliyatta hastamızı kurtarma şansımız yok. Olanağınız varsa yurtdışına, mümkünse Güney Afrika ya da Avustralya’ya gidin.”
“Sydney, o zor günlerde bize kapısını açan, yaşamımızda çok özel bir yeri olan şehir” derken gözleri buğulanıyor. “Kara ile suyun birbirini sarmalayarak kucaklaştığı, yüzünü okyanusa çevirerek sırtını Mavi Dağlar’a yaslayan, bizi bağrına basan güzelim Sydney!” derken son tümcesi, “Kalbimin iki yarısı iki kent” oluyor.
İzmir, sorunlarla boğuştuğu, Sydney ise sorunlarına çözüm bulduğu huzur kentidir çünkü.
KIŞ MEVSİMİ YAŞAMIYOR
İllâ söylenesi bir özelliği şu; Muammer Toprakçı hiç kış mevsimini yaşamayanlardan… Nasıl mı? Burada yaz mevsimi bitti ya… Sıcaklar son buldu ya… O şimdi 24 Ekim’de Sydney yolcusu…Çünkü Avustralya’da yaz başlamak üzere. Sydney’de yaz mevsimi bitmek üzereyken de tekrar buraya… Özetle, soğuğu/kışı bilmeyenlerden o!
“Mengen doğumlu olsam da ailem İzmir’e taşındığından gözümü İzmir’in Mezarlıkbaşı semtindeki iki katlı büyük bir aile evinde açtım: Aile evi…
İki kanatlı büyük bir kapıdan taş zeminli iç avluya giriyorduk. İki tarafta dörder oda, iki yandan yukarıya kavis yaparak çıkan merdivenler ve üst katta yine karşılıklı dörder oda…
Her oda bir aile… Her iki katta da ortak kullanılan birer mutfak, banyo ve tuvalet bulunuyordu.”
İzmir’deki bu aile evlerine 'Kortejo' deniliyor. (Kortejo ya da Yahudhane, Yahudilerin bir arada oturdukları ev veya evler topluluğu. İspanyolca’da 'Çiftlik evi' anlamına geliyor.)
Yahudi, Katolik ve Ortodoks inancına bağlı komşularıyla iç içe yaşamışlar hep. Ortak banyoyu kullanmazlar Tevfik Paşa Hamamı’na giderlermiş.
TÖB-DER'İN İZMİR BAŞKANI
İzmir Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra 1971-72 öğretim yılı sonunda İstanbul Eğitim Enstitüsü, Almanca Bölümü’nden mezun oluyor ve ilk görev yeri olan Elazığ’da üç yıl çalışıyor. Sonra İzmir’e geliyor. 5 bin dolayında üyesi olan TÖB-DER’in İzmir Şube Başkanlığı'nı yapıyor. O günlerdeki genel üye sayısı ise 200 bin…
12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte örgüt kapatıldığı ve daha sonra da genel kurul yapma olanağı bulunmadığından o gün bugün TÖB-DER İzmir Şube Başkanlığı unvanı üzerinde duruyor. Bundan da hiç şikayetçi değil.
TÖB-DER Şube Başkanları toplantısında yaptığı bir konuşma nedeniyle hakkında dava açılıyor ve tutuklanıyor. Ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor. Bu arada 12 Eylül oluyor. Ağır cezaya çarptırılacağını bildiği için 1982’de yurtdışına çıkmak zorunda kalıyor. Darbeciler gıyabında 141. maddeden ceza veriyor, Yargıtay da onaylıyor.
1991’de o meşhur 141. ve 142. maddeler kalkınca Türkiye’ye dönüyor. Bu 10 yıllık süre içinde Avustralya’dan Avrupa’ya defalarca uçmuş. O günlerle ilgili ilginç bir anısı var.
SYDNEY KARARI VERDİLER
Uçakla İstanbul’un üzerinden geçiyorken, hostes film gösterileceği için içeriyi karatmak istiyor ama Muammer öğretmen direniyor pencerenin kapağını kapattırmamak için… Hostes baş edemeyince ikinci pilot geliyor. Ona ve hostese, “Hiçbir güç bana bu pencereyi kapattıramaz, İstanbul’u seyretmeme engel olamaz!” diye haykırıyor. Çılgın gibidir, uçaktakiler de şaşkındır. O durumda 10 bin metre yükseklikten İstanbul’un fotoğraflarını çeker. O fotoğraflar şu an Sydney’de evinin duvarında asılı.
Sydney’e dönecek olursak… Eziyetten, işkenceden, baskıdan kilometrelerce uzaktır ama çocukları Türkiye’dedir. 3 yıl böyle geçer. Sonunda Avustralya hükümetinin çabalarıyla aile Sydney’de buluşur. Bu arada küçük kızı bir yıl boyunca Muammer’e 'baba' dememekte direnir. Avustralya’da neler yaptığına gelince… Haftalık bir gazetede araştırma-inceleme türünde yazılar yazarak değerlendirir zamanını. Yakın tarihimize ışık tutan yazılar kaleme alır. Bir de yaşam boyu hiç vazgeçmediği, eşiyle yaptığı düzenli yürüyüşler…
'HİÇBİR İLÇEDE ANILMADI'
Bolulu, İzmirli, Sydneyli… Daha doğrusu sözcüğün eksiksiz anlamıyla bir dünyalı! Eşiyle alıp başını gidiyor bilinmez coğrafyalara, bilmediği insanların köylerine/ kasabalarına…
Dünyanın dört bir köşesindeki öğretmenlerin onun bilgisine/görgüsüne kulak vermesinde yarar var. Onunla düzenlediğimiz etkinlik sonunda, “Bir kez daha getir Muammer Bey’i” diyenler öyle çok oluyor ki… İzmir’e geldiğinde dernekler/sendikalar onu programlarında konuşturmak için sıraya giriyor adeta… Kopenhag’taki Dünya Barış Kongresi’nde birlikte olduğu Fakir Baykurt’u Sydney’deki evinde ağırlamış. O Fakir Baykurt ki, 'Öğretmen yalvarmaz, öğretmen baş eğmez, el açmaz. Öğretmen ders verir' diyendir. Türkiye Öğretmenler Sendikası’nı kurandır. Köy romancılığının piridir. Yazardır. 11 Ekim 1999’da kaybetmiştik onu. 11 Ekim 2023’te Çiğli dışında hiçbir ilçede anılmamış olması herhalde en çok Muammer’i üzmüştür. Öğretmen, örgütçü, çok iyi bir aile reisi, gezgin, hatip, yazar... Hepsi de çok yakışıyor ona!
Kanakların bağımsızlık savaşı
Evdeki günde üç öğün konuşulan konu ise hep Türkiye’ye dönmek ve yerleşmektir. Ne var ki o plan işlemez ve tüm yaşamlarını Sydney’de geçirmeye karar verirler. Araya girip soruyorum: “Yurtdışından bakıldığında Türkiye öğretmen hareketi ve öğretmenler nasıl görülüyor?”
Yanıtı bir öykü gibi oluyor: “Yeni Kaledonya, Pasifik Okyanusu’nda yaklaşık 300 bin kişinin yaşadığı bir ada ülkesi. Nikel madeni bakımından çok zengin Fransız sömürgesi olan bu ada ve adanın yerlileri olan Kanaklar, bağımsızlıklarını kazanmak için mücadele ediyorlar. Eşimle birlikte adanın bağımsızlığı için düzenlenen bir referandum öncesi başkent Noumea’da öğretmenlerin de etkin rol aldığı bağımsızlık yanlıları ile görüşmemizde baktık ki; odada Gandhi’nin, Nelson Mandela’nın, Ho Chi Minh ve Fidel Castro’nun fotoğrafları bulunuyor. En başta da Atatürk’ün fotoğrafı… Niçin en başta Atatürk’ün fotoğrafı bulunduğunu sorduğumuzda Yeni Kaledonyalı öğretmenden aldığımız yanıt şuydu: Çünkü emperyalizme karşı ilk ulusal bağımsızlık savaşını Atatürk verdi. Bizlere ve diğer dünya ülkelerine örnek oldu. Biz de onlara ülkemizin kurtuluşundan sonra Türkiye Cumhuriyet’in kuruluşunda/ kulluktan yurttaşlığa/ ümmetten ulusa geçişte öğretmenlerin etkin rolünü anlattık.”
'Karnakata'da 10 gün geçirdik'
Bir başka öykü gibi anısı da şöyle: “Hindistan’ın güneybatısında büyük bir eyalet olan Karnakata’dayız. Öğretmenlerin konuğu olarak kırsaldaki bir okulda öğretmen ve öğrencilerle dolu dolu 10 gün geçirdik. Hindistan’ın eğitim sorunları nüfusu kadar değilse bile hiç de azımsanır gibi değil. UNESCO, kendilerine Türkiye’deki köy enstitüleri uygulamasını örnek alabileceklerini önerir. Bunun üzerine Türkiye’ye gelip bu modeli incelerler ve ülkelerine döndüklerinde 'Aware' diye adlandırdıkları bir çalışmayı başlatırlar. Ziyaret ettiğimiz okul da köy enstitülerinden esinlenerek kurulmuş bir okuldu. Duvarlarda ne vardı biliyor musunuz, bizim köy enstitülerinin fotoğrafları… 10 gün boyunca çocuklarla birlikte ek bina yapımında, tarlalarda, işliklerde, ağıllarda ve sınıflarda hep birlikte olduk.”