Sanatın özgürlüğü ve özgünlüğü tarih boyunca yönetimlerin ilgi alanında olmuştur. Totaliter liderlerin, oligarkların yaklaşımı ile demokrat ya da liberal anlayışa sahip liderlerin yaklaşımının birbirine pek benzemediği bilinir. Otoritenin özgür sanatla ilişkisi her zaman sıkıntılı olmuştur. Hoşlarına gitmeyen sanat eserlerini yasaklamaktan, yıkmaktan, yakmaktan geri durmayan totaliter rejimlerin yöneticilerinin yanı sıra, kendi ‘sanat’larını yaratmak için çaba gösteren otoriter/totaliter yöneticilerin varlığına da aşinayız.

***

Dünyanın en kıdemli film festivalini, en büyük film stüdyolarını ve en önemli sinema okullarından birini İtalyan faşizminin lideri Benito Mussolini’nin kurduğunu unutmayalım. Sonraki yıllarda, İran Şahı Rıza Pahlevi’nin, Filipin diktatörü Marcos’un da sinemaya ilgi duyduğunu biliyoruz. Ama, bu çabalar çoğu kez istenmeyen sonuçlar getirmiştir, yöneticilerin karşısına. Mussolini’nin kurduğu okulda İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin ustaları yetişmiş, Cinecitta’da bu ustaların yapıtları çekilmiştir. Elbette, rejimin talebi doğrultusunda etliye, sütlüye karışmayan, pembe gözlüklerle dünyaya bakan ‘beyaz telefonlu filmler’de çekilmiştir bu stüdyoda, ama sinema tarihinde bir iz bırakmadan sahneyi terk etmiştir bu filmleri yapanlar.

Bunları neden anlatıyorum? Ülkemizde de siyasal iktidarın kendi sanatçılarını, yapımcılarını yetiştirme, yetiştiremiyorsa ‘satın alma’ gayretleri oldu, ama bu çabalardan sonuç alamadıklarını kendileri de gördüler. Reis’in hayatını filme çekme macerası fiyaskoyla sonuçlandı. Bu hafta karşımıza bir başka ‘devlet filmi’ geliyor, 15 Temmuz darbe girişimi üstüne. Saraya yakın duran sanat erbabına konserler düzenleyip, sanata ne kadar düşkün olduklarını gösterseler de, pandemi sürecinde sanatçının ne kadar yanında durduklarını cümle alem gördü. Kapanan tiyatrolar, yaşamını sonlandıran müzik emekçileri konusunda kıllarını bile kıpırdatmadılar.

***

Sanatçılara destek vermenin, onların desteğini almaya yetmeyeceğini anlayan siyasi iktidar, klasik yöntemlere başvurmaktan başka çare göremiyor günümüzde. “Görkemli Hatıralar” programında söylenen -Kültür Bakanlığı’nca bandrol verilmiş- bir türkü nedeniyle Halk TV’ye ceza veriyor. Elbette, tek cezalandırılan kanal Halk TV değil, çeşitli gerekçelerle KRT, Tele 1, Fox TV gibi kanallara da cezalar yağdırılıyor. Rejimin eli silahlı militanları ‘Konuşmayacaksın… yazmayacaksın” tehditleri ile yetinmeyip, eyleme geçiyor. Sopanın bir türü de, ekonomik sansür. Geçen hafta, tüm kamu kuruluşlarına gönderilen bir genelge ile kültür-sanat etkinliklerinin düzenlenmesi neredeyse imkansız hale getirildi. Afiş, broşür, katalog basmak yasak… Konuklara uçak bileti göndermek de yasak… Nasıl bir sanat etkinliği düzenlenebilir ki bu koşullarda?

Sanat ve iletişim özgürlüğünün güvence altında olmadığı bu ortamda CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’li yerel yönetimlere çağrısı son derece önemli. İki Genel Başkan Yardımcısı, Gamze Akkuş İlgezdi ve Seyit Torun’un koordinatörlüğünde hazırlanan ve uygulanması denetlenecek olan talimat, sekiz madde içeriyor. Bu maddelerin bir bölümü, CHP’li yerel yönetimlerin bir kısmı -özellikle İzmir Büyükşehir Belediyesi- tarafından zaten uygulanmakta. Ama, bu uygulamaların CHP’li başkanlarca yönetilen tüm yerel yönetimlere yaygınlaştırılmasını bekleyebiliriz artık.

***

Sanata gelince “paramız yok” demeyi adet haline getirmiş bazı yerel yöneticiler için yol gösterici olmasını dilerim bu sekiz maddenin. Sanat etkinliklerine mekan tahsis etmekten, tiyatro, konser, dans gösterisi, fuar, söyleşi gibi etkinliklerin yaygınlaştırılmasına uzanan bu önlemler paketinde sinema sanatının ’gibi’ sözcüğü içine sıkıştırılmasına anlam veremedim doğrusu. Bir de, niceliğin yeterli olmadığının, niteliğin, yani ‘özgün’lüğün öneminin vurgulanmasını isterdim. Kalıcı bir iz bırakmayan, dostlar alışverişte görsün tarzındaki etkinlikler ne sanatçının, ne de kentin derdine deva olacaktır.