Yüz yılı aşkın Cumhuriyet tecrübemiz, “akıl ve bilimi manevi miras” olarak gerisinde bırakan kurucu liderin vizyonu ile beş kuşak yetiştirdi.

 Türkiye Cumhuriyeti bugün her türlü ihanete, sarsılmaya, örselenmeye, emperyalist kökenli saldırılara karşı ayakta dimdik ayakta duruyorsa eğer…

Aydınlanma Devrimi’nin ışığı ile yetişmiş o kuşakların sayesindedir…

Peşrevi uzatmadan konuya geleyim…

Beyin göçü” olarak adlandırdığımız, çoğu zaman da küçümsediğimiz sorun; bugün Türkiye’nin yaşadığı her türlü ekonomik ve siyasi sorundan çok daha önemli ve maliyetlidir.

Gerçek bir bekâ meselesidir bana göre.

Çok değil 75 yıl öncesine kadar taşın üstünde taş kalmayan Almanya’nın, küllerinden doğarak dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında yer alması; çalışkan ve iyi eğitimli insanları sayesinde oldu.

Türkiye bir yandan “Giderlerse gitsinleeerrr” diyerek konuyu hafife alırken, gidenlerin yerine mülteci çöplüğüne dönüşmüş bir ülkeye doğru evriliyor.

Hızla ve inatla…

Ve gidenler…

Sanıyor musunuz bu terk edişte sadece maddi olanaklar egemen?

Hayır!

Benim gibi 50 yaşını geride bırakan, çoluğunu çocuğunu okutmuş iş güç sahibi yapmış insanlar bile, fırsat bulup yurt dışına kapağı atmayı düşünüyor.

Ve bu terk edişte kök sebep ne para ne de statü…

Kök sebep adalet duygusu…

Gençlik (2)

Henüz birkaç hafta önce yayınlanan, basın kuruluşlarımızın “çok yoğun gündemi” (!) arasında kendisine yer bulamayan araştırmanın sonucu, çok şey öğretmeli hepimize.

Prof. Dr. Eren Ceylan, Prof. Dr. Orhan Arıkan, Prof. Dr. Özgül Yılmaz Tüzün, Prof. Dr. Raşit Çelik ve Doç. Dr. Ece Özdoğan Özbal tarafından yapılan araştırma; yurtdışında yaşayan lisans ve lisansüstü eğitim almış katılımcılar ile yapıldı.

Katılımcıların yaklaşık yüzde 90’ı Türkiye’deki hukuk düzeninin yetersiz olduğunu düşünüyor.  

Türkiye’de liyakate önem verilmiyor” diyenlerin oranı ise yüzde 85.

Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Eren Ceylan’in açıklamalarına kulak verelim:

Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması (TIMSS) 2023 sonuçlarına göre Türkiye’de 15 yaş grubunda üst yeterlik düzeyinde 50 bin öğrenci var. Biz bu çocuklara ne yapıyoruz? Yurtdışına mı gidiyorlar? Bunları ortaya çıkarmak için beyin göçünün nedenlerini araştırdık.

Gidenlerin akılları, fikirleri Türkiye’de. Sanıldığı gibi yüksek alım gücü için gitmiyorlar. Bu madde en sonda. Hukuk düzeni, liyakate verilen önem ve çalışma koşulları için gidiyorlar. ‘Türkiye’de liyakate önem veriliyor’ diyenlerin oranı yüzde 6. Gidiyorlar ama biz eğitimciler bu çocukları yetiştirmeye daha güçlü devam etmeliyiz, onları etkili yetiştirmeliyiz. Bunun için de uluslararası diploma ve sertifika programları çok önemli.”

Türkiye'de beyin göçüne ilişkin son yıllarda yapılan araştırmalar ve veriler, genç ve eğitimli bireylerin yurtdışına göç eğiliminde belirgin bir artış olduğunu gösteriyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı “2021-2023 Yükseköğretim Beyin Göçü İstatistikleri” de bu eğilimin boyutlarını ortaya koyuyor. Buna göre Türkiye’de lisans mezunlarının (açık ve uzaktan eğitim hariç) beyin göçü oranı 2015’te yüzde 1.6 iken, 2023’te yüzde 2’ye çıktı. Beyin göçü oranı kadınlarda yüzde 1.6, erkeklerde yüzde 2.4 seviyesinde…

Hocalarımızın yaptıkları araştırma kapsamında yurtdışında yaşayan Türkiye’nin “yüz akı” başarılı insanlarla da görüşülmüş. Bu insanlarımızın değerlendirmeleri ise özetle şu şekilde:

  • Türkiye’ye gidersem hayallerimi küçültmek zorunda kalırım, çok daha ufak çaplı, düşük kalitede araştırma yapmam gerekir diye düşündüm.”

  • Araştırma konusunda sıkıntılar var. Türkiye’de üniversitemde kurduğum laboratuvarımda 2007’den beri pek çok yerde dar boğazla karşılaştım, tıkanmışlık hissettim.”

  • Burada da çok aşırı önümü gördüğüm söylenemez ama Türkiye’de hiç göremeyeceğimi hissettim.”

Ezcümle…

Sadece gençlerimizi değil, iyi yetişmiş her yaştan insanımızı yurt dışına kaptırıyor, yabancı ülkelere sıfır maliyetli işgücü ihraç ediyoruz.

Bu insanlarımızın özellikle de devlet kurumlarında görev alabilmeleri için, iktidar partisi üyesi ya da melanet yuvası tarikat ya da cemaatlerden birine intisap etmesi gerekiyor.

Sonuç ortada.

Pekâlâ umutsuz muyuz?

Elbette hayır!

Mustafa Kemal’in “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır, ben asla umutsuz olmadım” cümlesi hep kulaklarımızda.

Bir şey değişecek, her şey değişecek!

Yaşayarak göreceğiz…

++++++++

İnönü Venizelos

94 YIL ÖNCESİNDE BİR

DEVLET ADAMLIĞI DERSİ

Tasarruf sözcüğü, biz yaştakilerin çocukluklarında toplumsal bilincin ayrılmaz bir parçasıydı.

Aileler; gelir seviyeleri ne olursa olsun, çocuklarına bu bilinci aşılamaya özel gayret gösterirlerdi.

Bu durum özellikle de 2000’li yıllar ile birlikte bozuldu.

Siyasetçilerin görgüsüzce ve şatafat içinde yaşamaları, “itibardan tasarruf olmaz” saçmalığını anayasa gibi benimsemeleri, ülkeyi krizden krize koşturmaları ile borç içinde yüzen Türk ekonomisi belini doğrultamadı.

Oysa Cumhuriyetin ilk kuşak yöneticileri, bu konuda çok dikkat çekici hususiyetlere sahipti. Milletin parasını, devletin kaynaklarını harcarken kılı kırk yararlardı.

Bu hafta sizi 1931 yılına götürmek istiyorum.

Başbakan İsmet İnönü, ilk yurt dışı gezisini Yunanistan’a gerçekleştiriyor.

1919-1922 yılları arasında ülkemizi işgale yeltenen ve hak ettiği dersi alan Yunanistan ile siyasi ilişkiler 30’lu yıllarda adeta bahar dönemini yaşıyordu.

Balkan Antantı’nın 1934’te imzalanmasından kısa süre önce Yunan Başbakanı Elefterios Venizelos, 12 Ocak 1934’te Atatürk’ü dünya barışına yaptığı katkılardan ötürü “Nobel Barış Ödülü”ne aday göstermişti.

Çok değil on sene öncesine kadar kanlı bir boğazlaşmaya girdiğimiz Yunanistan’ın Başbakanı Venizelos’un özel daveti ile gerçekleşen bu ziyaret için, 1 Ekim 1931 günü İstanbul’dan vapura binen İnönü’nün yanında eşi Mevhibe Hanım ve iki çocuğu da bulunuyordu.

Gemi 3 Ekim sabahı Pire Limanı’na yanaştı. İnönü, eşi ve çocuklarının resmi ziyarete dâhil olmadıklarını belirterek gemiden ayrılmamalarını özellikle belirtmişti.

Resmi ziyaretler sırasında İnönü’yü yalnız gören ve nedenini soran Venizelos, durumu anlayınca şaşkınlığını ifade etmişti. Ve ısrarları bıkkınlık düzeyine gelince, Mevhibe hanım ve çocuklarını özel bir araçla Pire Limanı’ndan aldırmış, Atina’da bir resmi misafirhanede konuk etmişti.

Bugün pek çok siyasetçinin eminim dudak bükeceği bu tutum, genç Cumhuriyetin hangi medeniyet kültürü üzerine inşa edildiğini çok güzel özetliyordu…

++++++++

Cehalet

CEHALETİN BİLİMİ: AGNOTOLOJİ

TRT, güzel bir iş yaptı ve geçmiş yıllara ait arşivini herkesin erişimine açtı.

Bu yayınlarda 1970’li yıllarda yapılan sokak röportajlarına sıklıkla dikkat kesiliyorum.

O yıllarda toplumsal sorunlara karşı insanlarımızın –özellikle de gençlerimizin- verdikleri cevaplar öylesine güzel ki…

Konuşma ve cümleleri kurma tarzları, kelime dağarcıklarındaki zenginlik, medeni cesaretleri ve özgüvenleri…

Hepsi şaşırtıcı derecede bugünden ayrışıyor.

Günümüz dünyasında bilgiye birkaç saniye içinde ve en derinlemesine ulaşmak mümkünken, sokaklarımızda kol gezen bu kahrolası cehalet de nereden çıkıyor?

Akıl ve bilim yolunda ilerleyenler, benim manevi mirasçılarım olurlar” diyen, cehaleti “Yenilmesi gereken en büyük düşman” olarak gören muhteşem bir adamın kurduğu ülke, nasıl oluyor da “cehaletin kutsandığı” bir ülkeye dönüşüyor?

On puanlık sınav sorumuz bu olsa gerek…

Biz, olan bitenlere “akıl sır erdirmek mümkün değil” diyoruz ama bilim farklı düşünüyor.

Dünyada son yıllarda sıklıkla telaffuz edilen bir bilim dalı Agnotoloji…

Neoklasik Yunanca’da “agnosis” “bilgisizlik”, “ontoloji” ise “varlık felsefesi” anlamına geliyor. Agnotoloji de ya bir ürünü satmak ya da çıkar elde etmek için kasıtlı olarak kafa karışıklığı ve yalan bilgi yaymanın incelenmesi oluyor.

Kısaca “cehalet bilimi” anlamına geliyor…

Cehalet ve bilgisizlik, insanlara şaşırtıcı bir güç sağlarken, Agnotoloji de kasıtlı olarak yaratılan bu cehaletle ilgileniyor. ABD’deki Stanford Üniversitesi gibi dünyanın en köklü üniversitelerinde, giderek artan sayıda araştırmaya konu olan Agnotoloji ile ilgilenen akademisyenler, işe öncelikle ülkelerindeki siyasetçilerle başlıyorlar.

Sözgelimi ilk Başkanlık döneminde “Derimizin altına deterjan enjekte ederek Korona virüsten korunabiliriz” diyebilen Trump, bu araştırmaların baş tacı…

Bizde de durum farklı mı?

Geçmiş yıllarda “Ben cahil insanların ferasetine güveniyorum” diyen bir Rektörü izlemedik mi ekranlarda…

Cehalet yaygınlaştıkça, hele hele devlet eliyle siyasi projelerin kaldıracı gibi kullanıldıkça, Türkiye’de agnotolojinin ilgi alanına giren ülkelerin başında geliyor.

Cahilliğin güzelliği kendine inanma kolaylığında olduğu için; yakında bu konuda çok çarpıcı bilimsel araştırmaları sütunlarımızda yer vereceğimize emin olabilirsiniz.

Agnotoloji ile ilgilenenlere mesleği bıraktırmazsak tabii…

++++++++