Hekim, Fotoğrafçı, Yazar Fatih Balkan’ın Lacivert Ülke romanında mafyanın baş unsur olduğu kötüler iklimi egemen. Bu çöküş çağında tanrı Poseidon da ölümlü olmayı seçiyor
Röportaj: Neslihan Perşembe Kulakoğlu
Hekimlerin sanatla olan bağına tanık olmayan var mıdır? Belki de sanatın şifa veren yönü hekimlikle bağdaşıyor. Her sanat yapıtı insanlara şifa verebilir mi? Tabi ki hayır ancak yıkmak yerine yaratmak size öldürmek yerine yaşatmayı çağrıştırmaz mı? Fatih Balkan da hekimliğinden sonra fotoğrafçı, yazar kimliğiyle de yaratıyor. Fatih Balkan ile Edisyon Yayınevi tarafından yayınlanan ikinci romanı ‘Lacivert Ülke’yi konuştuk. Mitolojiden de beslenilen ‘Lacivert Ülke’de yer alan kötüler ikliminin egemenliğinde mafya baş unsur oluyor. Mafya’ya var olduğu ülke yönetimi de ortaklık ettiğinde çöküş kaçınılmazdır. Lacivert ülke bu anlamda bir çöküş çağına da tanıklık ediyor. Kitabın başında Olimpos Tanrıları’ndan Poseidon ve Dionysos’un aralarında şöyle bir diyalog geçer: “Aslında o kadar çok tanrının olduğu bir dünyada tanrıya gerek yok ki. Her şeyi bilen, her şeyi yapabilen ne yapılacağını ne düşünüleceğini söyleyen, şeytanı bol tanrılar dolu her tarafta.” Dokuz Eylül Gazetesi okurları için 2025 yılının son röportajını Hekim, Fotoğrafçı, Yazar Fatih Balkan ile ikinci romanı ‘Lacivert Ülke’ hakkında yaptım.
Romanda ‘12 Sakallı’ bölümünde Deniz’in Sakallı’ya sorduğu soruyu sormak istiyorum. “Peki, sen neden yazıyorsun öyleyse? Hayallerin için mi, ölümsüzlük için mi?”
Hepsi birden. Zaten kitabın ana eksenlerinden birisi o. İnsanın niye yazdığını anlaması çok kolay değil; niye yaşadığını, niye güldüğünü anlaması gibi... Sait Faik’in klasikleşmiş o sözü önemlidir: “Yazmasaydım ölürdüm.” Bu söz biraz abartılı belki benim için. Kendim için hayatla mücadele etmenin bir yolu yazmak. Hayallerim için, geçmiş için, kendimi anlamak için yazıyorum. Bu çok önemli; insanın kendisini tanıması için okumak kıymetli ancak yazmak çok daha kıymetli bir şey. Muhakkak ki, ölümsüzlük için de yazıyoruz.
Bana ermiş bir kişi izlenimi veren, sizin gibi yazan Sakallı karakteriniz aslında Poseidon. Poseidon yani Sakallı’nin sizinle bu anlamda benzeyen yönleri var mı?
Ben şuna inanıyorum; her kitap yazan, yarattığı karakterlere kendinden üç, beş, 10 gram bir şeyler katıyor. Otobiyografiler dışında böyle olduğunu düşünüyorum. Çünkü senin hissettiklerin, duydukların, bildiklerin bilinçli ya da bilindışı, onlardan bağımsız yazmak mümkün değil. Mutlaka fikirlerinden, şiirlerinden, savunduklarından, düşman olduklarından, sevdiklerinden bir şey yer alabiliyor. Sakallı ve diğerleri de düşüncelerimden barındırıyor.
Mitoloji olarak ad verdiğimiz söylenceler, edebiyat dünyasından öte bilim dünyasını bile etkilemiş olabilir. Çünkü insanın yaşamındaki korkuları, istekleri... Katılıyor musunuz?
Çok doğru söylediğiniz; mitoloji bir birikim. Bilmem kaç bin yıllık birikimi insanlık tarihinin. Sizin söylediğiniz toplumsal olayları, bilinçdışını kapsıyor. Söylenceler aslında edebiyat. Bütün uygarlıkları, bütün insanları teorik olarak içinde barındırıyor. Çok kıymetli. Özellikle günümüz Avrupa, Amerikan edebiyatı, mitolojiden çok besleniyor. Asya mitolojisi başka, Latin Amerika mitolojisi başka. Toplumsal hafızamız bizim onlar ve de özeti.

Lacivert Ülke romanınızdaki araştırmalar, yazımı ne kadar bir süreci kapsadı?
Okumak, araştırmak, hazırlanmak üç yıl sürdü. Kaleme almak uzun sürmedi. Üç, dört ayda yazdım. Kafamda yarısını yazıyorsam yarısı da kendiliğinden çıkıyor. Başka bir şey; “Roman yazılmaz, roman sana kendini yazdırır” denilir ya... Benim için de yarı yarıya öyle oluyor.
Olimpos Tanrıları’ndan Poseidon ve Dionysos’un diyaloglarını okuyoruz kitabınızın başlarında. Aralarında şöyle bir diyalog geçiyor: “Aslında o kadar çok tanrının olduğu bir dünyada tanrıya gerek yok ki. Her şeyi bilen, her şeyi yapabilen ne yapılacağını ne düşünüleceğini söyleyen, şeytanı bol tanrılar dolu her tarafta” Çağımızı anlatmıyor mu bu cümleler?
Evet o nedenle zaten Poseidon, “Bize gerek yok. Ne işimiz var? Böyle bir tanrı olmak istemiyorum. Ben yaşamak değil ölmek istiyorum” diyor ve Sakallı’ya dönüşüyor.
Sakallı yani Poseidon, Çınar, Deniz, Yıldız romanın baş karakterleri. A. ve K., yan karakter gibi gözükse de olayların düğüm noktasını yaratıyorlar. Çözülmesi gereken düğümleri oluştururkan, okuru bir polisiye romanın içine de soktuğunuzu düşünüyorum. Diğer yandan A’nın şehirlerinden ‘Göçerşehir’ bölümü, Sakallı’nın ‘Birdenbire Kenti’nde ölülerle konuşması bilimkurgu romanlarını çağrıştırıyor. Türlerin iç içe geçtiği bir roman diyebilir miyiz Lacivert Ülke’ye?
Bilmem. Türler iç içe geçsin diye yazdığım bir roman değil en azından. Öyle algılanıyorsa algılanabilir. Bilimkurgu diye düşünmemiştim. Hayallerimizi serbest bırakıyoruz. O hayaller seni nereye götürüyorsa... Özellikle ‘Birdenbire’ kenti; gözü açık rüyalar, fanteziler gibi. Geçmişe özlem. Yazarken daha çok böyle düşündüm.
Romanınızda da yer alan kötüler ikliminin egemenliğinde mafya baş unsur oluyor. Mafya’ya var olduğu ülke yönetimi de ortaklık ettiğinde çöküş kaçınılmaz. Lacivert ülke bu anlamda bir çöküş çağına da tanıklık mıdır iyi karakterleri barındırsa da?
Kesinlikle bir tanıklık. Şunu düşünüyorum; biraz oraya buraya bakınca, insanlarla konuşunca sizin söylediğinizden yüksek oranda kötülükle karşılaşıyoruz. Yine sizin söylediğinizden yüksek oranda da insanlar, o kötülüklerden uzaklaşıyorlar. Toplumda çok yaygın; kötü anneyle, kötü babayla, kötü çevre koşullarıyla büyüyen çok sayıda insan var. Bereket ki birçoğu, Çınar gibi kötü bir insan olmuyor. Kendini bir şekilde, şu veya bu sebeple daha normal, daha insani, daha kabul edilebilir hale getiriyor. Öyle olduğunu düşünüyorum.
Kitabın son sayfasında Posedion’un depremlerin de tanrısı olduğunu okura hatırlattığınızı düşündüm. Romanın depremle bitmesi, bu kötü düzenin yok olmadan düzelemeyeceğinin bir saptaması mıdır?
Hayır ama şuna çok inanıyorum; Postacı filminde diyor ya Neruda’ya Postacı: “Şiir yazanın değil, okuyanındır.” Roman da öyle; yazanın değil okuyanındır. Ayrıca bir romanla ilgili ne kadar çok değişik yorum yapılabilirse o kadar güzeldir. Şöyle de denilebilir; Lacivert Ülke’de ayrı karakter biçimiyle yazılan bölümler var biliyorsunuz. İşte bu roman ölmemek için bir depremzedenin hayali. Sonunda da bir umut ışığı beliriyor: “Sesimi duyan var mı?” diye sesleniyor. Ne kadar kara bir roman olsa da bir umut ışığı var. Posedion ile bu bağlanabilir mi? Hiç düşünmemiştim bunu. Neden olmasın? Depremlerin de tanrısı, doğru.


Romandaki karakterler için yazarın çocukları gibi de derler. Kayırdığınız daha çok sevdiğiniz bir karakteriniz oldu mu? Bu karakteri nasıl canlandırdınız?
Oldu, bu sefer oldu. Çınar aslında ve sonra da A. Nedense ben Çınar’ı diğerlerinden daha çok sevdim ama benim Çınar’ı yazma sürecim, bu kitabı yazarken en zor olan kısımdı. Çünkü yaşadığım çevre, işim vs. itibariyle öyle bir yeraltıyla, kirlilikle, kötülükle fazla birebir karşılaşma durumum olmadı. Sadece toplumsal düzeyde karşılaşırsam karşılaşıyordum. Bu nedenle üç, dört ay boyunca sadece yeraltı edebiyatı okudum. Onlarla ilgili filmler izledim. Hep öyle düşündüm. Çok sinir bozucu bir süreçti benim için. Hayattan nefret ettim, kendimden nefret ettim, romandan nefret ettim. Sonra “Yeter artık!” dedim ve kestim, kapattım, yazdım Çınar’ı. Ama ona rağmen kitabın sonunda Çınar’ı çok sevdim. Nedenini bilmiyorum. Başta demiştim, yazmak insanın kendisini tanımasının bir yoludur. Aslında hepimizin içinde çok kötü, karanlık bir yön var. Tırnak içinde insanlaşmak için o karanlık yönümüzü hep maskeliyoruz, gölgemizi kapatıyoruz. Aslında bu gölge, hayatımıza yön veren temel şeylerden bir tanesi. Çınar’ı yazarken herhalde gölge tarafımı biraz daha kurcaladım. O yüzen o beni kendime daha yakın hissettirdi. A’yı da çok keyifle yazdım. Çünkü A’nın söyledikleri, yazdıkları hakikaten çok içten, hayata, geleceğe bağlı, naif, dünyayı görüş şeklime, hislerime çok yakın. Bir yerde okumuştum; “İkinci tekil şahıs anlatımı yazanın kendisidir aslında” diye. Ben de bunu yapmışım.


MÜSİLAJ ROMANA YOL AÇTI
Göz Hastalıkları uzmanı olarak uzun yıllar çalışan 1962 doğumlu Fatih Balkan, roman, şiir yazıyor, fotoğraf çekiyor. Fotoğrafları ulusal ve uluslararası ödül alır. İki kişisel sergi açar. Şiirleri dergilerde yayınlanır. Anima Yayınları’nca yayınlanan ‘Konyaklı Şişe Işıklı Gemi’ adlı bir şiir kitabı ve yine Edisyon Yayınevi tarafından yayınlanan ‘Anahtarım Cebimde’ adlı bir romanı daha vardır. Dünyayı, insanı, kendini anlamak için okuduğunu söyleyen evli ve bir çocuk babası Fatih Balkan’a, Lacivert Ülke adını verdiği ikinci romanını yazmaya denizlerin, atların tanrısı Poseidon mu yoksa Yaşar Miraç’ın ‘Gurbete’ adlı şiiri mi yol açtı diye sorduğumda bakın ne diyor: “Yaşar Miraç’ın bu şiirini çok severdim, Yeni Türkü sayesinde de hep söylerdik şarkıya dönüşmüş halini. Şiir yol açmadı romanı yazmama. Beni romanı yazmaya iten neden neydi? O çok kafamda. Benim yapım böyle, ilk romanda da böyle bir netliğim vardı. 2021 yılıydı sanırım, Koronavirüs (COVID-19) zamanı, Bostancı sahiline inmiştim, sahilde yürümeyi çok severim. Bostancı sahilini tümüyle kaplayan müsilajı gördüm. Hayatımın en kötü 15 dakikasıydı. Kendime ‘Deniz öldü ve tanrılar, deniz tanırısı Poseidon bile kurtaramadı. Bunu yazmalıyım’ demiştim. Bu sayede roman ortaya çıktı.”