İmzacısı olduğumuz BM Engelli Hakları Sözleşmesi’nin gerektirdiği bütün düzenlemelerin yapılmasına ihtiyacımız var. Engellilik politikasına ihtiyacımız var. En önemlisi de eğitime, “eğitilmeye” ihtiyacımız var

2015 yılında, o zamanki adıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Yaşlı ve Engelli Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve UNICEF, engeli olan çocuk ve ailelerinin toplumla arasındaki sosyal mesafeyi azaltmak amacıyla “Bir Sen Daha Var” projesi yürüttü. Bu projenin en önemli çıktısı da “Türkiye’de Engeli Olan Çocuklara Yönelik Bilgi, Tutum ve Davranış Raporu” oldu.

Rapor ile Türkiye’de insanların engeli olan bireylere yönelik bilgi ve tutumlarını ölçmek, engeli olan bireylere karşı tutumlarını etkileyen demografik faktörleri ortaya çıkarmak ve bilinçlendirme kampanyalarının etkilerinin ölçülmesi için gerekli veri seti oluşturmak amaçlandı.

Çalışma ile ilgili Google taraması yaptığımda çokça raporu indirebileceğim linkler ve ancak bir gazete haberi, bir de devletin resmi haber ajansının haberini buldum. Oysa 7 coğrafi bölgedeki 43 ilde, 204 mahalle ve köyde 2 bin 865 kişi ile yapılan anket sonucunu içeren raporun ortaya koyduğu çarpıcı bir gerçek vardı; medya yüzde 81 oranında engelli çocuklarla ilgili bilgi kaynağı olarak gösteriliyordu. Bu sonuç medyanın toplumun doğru bilgiye ulaşmasındaki ve bilinçlendirilmesi üzerindeki rolünü de ortaya koyuyordu.

ÇOK ŞÜKÜR, BENİM ÇOCUK SAĞLAM

Google’de bulduğum haberde, rapor verilerinden şunlar kullanılmış: Engelli olan bir çocukla karşılaştıklarında normal davrananların oranı yüzde 17, üzülenlerin oranı yüzde 60, acıyanların oranı yüzde 25 ve kendini düşünerek haline şükredenlerin oranı yüzde 25. Katılımcıların yüzde 38’i engeli olan çocukların sosyal yaşamda dışlandıklarını düşünüyor.

Sosyal hizmetlere erişim konusunda yüzde 17 ile eğitim en sorunlu alan olarak öne çıkıyor.
Katılımcıların yüzde 53’ü engeli çocuklarla ilgili çok az bilgi sahibi olduğunu söylüyor, yüzde 44’ü engelli bir çocukla tanışmadığını, tanışanların ise yüzde 36’sı akrabasında, yüzde 29’u komşusunda, yüzde 24’ü hanesinde engelli bir çocuk bulunduğunu belirtiyor.

ENGELLERİ TANIMAK

Kendisinin ya da çocuğunun engelli olmaması nedeniyle haline şükredenler, engellilere acıyanlar, onları sosyal yaşamdan dışlayanlar, kendi çocuklarının eğitim alanlarında istemeyenler, hepsi raporda yüzde olarak yerini almış.

7 coğrafi bölgeden seçilen 2 bin 865 kişinin yarısından fazlasının engelli çocuklarla ilgili çok az bilgi sahibi olduğunu söylemesi eğitimde yetersiz kaldığımızı gösteriyor.

Engelli bir çocukla tanışmadığını söyleyen yüzde 44 de bana ilginç bir veri. Fiziksel engeller dışındaki engeller tanınmakta güçlük mü çekiliyor, zihinlerde engellilik tanımı mı farklı? Ya da çocuğunun sınıfında örneğin otistik gibi görünmeyen engeli olan bir çocuk bulunmayınca hiç mi bilgiye ulaşılamıyor?

Unutmuşum, veri 2015’e ait, 7 yıl uzun bir süre, mutlaka günden güne eğitim ve bilgi seviyesi yükselen toplumumuzda bu oran yükselmiştir. En azından biz, otistik çocuğu olan aileler, sesimizi duyurmak için açabildiğimiz, yer alabildiğimiz bütün medya alanlarında oldukça çaba sarf ediyoruz. Katılımcılar konuyla ilgili en fazla bilgiyi medyadan aldıklarını söylediğine göre, bu oran yükselmiş olmalı.

Ancak 2015 yılına dönecek olursak rapora göre, engeli olan çocuklarla ilgili haber kaynaklarında ilk 3 sırayı yüzde 81 ile medya, yüzde 45 ile aile-arkadaş ve tanıdıklar ve yüzde 27 ile günlük deneyimler alıyor. Raporu kaleme alanlar, bu oranların engeli olan çocuklarla ilgili bilgi seviyesini yükseltmede medyanın ve kişileri engeli olan çocuklarla bir araya getirmeyi amaçlayan programların önemine dikkat çektiğini vurguluyor.

KABUL EDİLEBİLİR İLİŞKİ SEVİYESİ!

Yüzdeleri, tabloları, yorumları incelerken en çok dikkatimi çeken başlık “Engeli Olan Çocuklarla Diğer Çocuklar Arasında Kabul Edilebilir İlişki Seviyesi” oldu.

Engellilere ait özel günlerde gördüğümüz ve engelli camiasının eğreti bulduğu “Hepimiz engelli adayayız”, “En büyük engel sevgisizliktir”, “Engelli olmak sorun değil, engelliye engel olmak sorundur”, “Engelsiz bir yaşam için onlara engel olmayın”, “Hayatı paylaşmak için engel yoktur”, “Sevgi ile engelsiz yarınlara hep birlikte”, “Engelliler bir toplumun aynasıdır”, “Farkında olun, empati kurun” gibi sloganların toplumdaki gerçek karşılığını bu veriler gösteriyor olmalıydı.

Rapor başlığa ait tablonun özet yorumu şu şekilde kaleme alınmış: “Ankette verilen cevaplardan toplumun, engeli olan çocuklarla sosyal ilişkiyi, kendilerinin ya da ailelerinin zarar görmediği, çocuklarının gelişimlerinin olumsuz etkilenmediği ve kendilerini herhangi bir sorumluluk altına sokmayan durumlarda kabul edilebilir bulduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç literatürde de yer almaktadır (Yazbeck, McVilly ve Parmanter, 2004). Aşağıdaki tablodan da izlenebileceği gibi katılımcılar, tüm engel gruplarında, engeli olan çocuklarla kendi çocukları arasında belli bir mesafeye kadar ilişki kurulmasını daha yüksek oranda uygun bulmakta, mesafenin kısalması durumunda ise (en iyi arkadaş, sevgili, sözlü-nişanlı-evli olma) bu oran düşmektedir.”

Örneklerini verdiğim “engelli kardeşlerimiz” diye başlayan sloganlar gerçek karşılığını bulmuş: Seni uzaktan sevmek aşların en güzeli!

FARKLI GRUPA, FARKLI AYRIMCILIK

Farklı Engel Gruplarındaki Çocuklarla Farklı Seviyelerdeki Sosyal İlişkilerin Kabul Edilebilirliği adlı tablonun açılımı şöyle:

Çocuğumla aynı mahallede oturması: Görme engelli yüzde 95.93, duyma engelli yüzde 95.70, fiziksel engelli yüzde 91.63, bulaşıcı olmayan kronik hastalığı olanlar yüzde 84.53, zihinsel engelli yüzde 77.44, ruhsal-duygusal bozukluğu olanlar yüzde 58.14, bulaşıcı olan kronik hastalığa sahip olanlar yüzde 30.12.

Çocuğumla aynı okula gitmesi: Görme engelli yüzde 92.33, duyma engelli yüzde 91.86, fiziksel engelli yüzde 87.79, bulaşıcı olmayan kronik hastalığı olanlar yüzde 80.58, zihinsel engelli yüzde 66.16, ruhsal-duygusal bozukluğu olanlar yüzde 47.24, bulaşıcı olan kronik hastalığa sahip olanlar yüzde 22.79.

Çocuğumla aynı sınıfta olması: Görme engelli yüzde 87.56, duyma engelli yüzde 87.44, fiziksel engelli yüzde 83.02, bulaşıcı olmayan kronik hastalığı olanlar yüzde 76.86, zihinsel engelli yüzde 58.02, ruhsal-duygusal bozukluğu olanlar yüzde 38.60, bulaşıcı olan kronik hastalığa sahip olanlar yüzde 17.21.

Çocuğumla oyun oynaması, arkadaşlık etmesi: Görme engelli yüzde 88.26, duyma engelli yüzde 87.91, fiziksel engelli yüzde 82.09, bulaşıcı olmayan kronik hastalığı olanlar yüzde 74.65, zihinsel engelli yüzde 54.77, ruhsal-duygusal bozukluğu olanlar yüzde 33.60, bulaşıcı olan kronik hastalığa sahip olanlar yüzde 13.02.

Çocuğumun en iyi arkadaşı olması: Görme engelli yüzde 77.33, duyma engelli yüzde 76.74, fiziksel engelli yüzde 71.98, bulaşıcı olmayan kronik hastalığı olanlar yüzde 67.67, zihinsel engelli yüzde 42.79, ruhsal-duygusal bozukluğu olanlar yüzde 25.81, bulaşıcı olan kronik hastalığa sahip olanlar yüzde 11.16.

Çocuğumun sevgili olması: Görme engelli yüzde 45.35, duyma engelli yüzde 47.21, fiziksel engelli yüzde 42.56, bulaşıcı olmayan kronik hastalığı olanlar yüzde 46.98, zihinsel engelli yüzde 20.58, ruhsal-duygusal bozukluğu olanlar yüzde 13.60, bulaşıcı olan kronik hastalığa sahip olanlar yüzde 5.

Çocuğumla sözlü-nişanlı-evli olması: Görme engelli yüzde 42.09, duyma engelli yüzde 45, fiziksel engelli yüzde 40.58, bulaşıcı olmayan kronik hastalığı olanlar yüzde 43.84, zihinsel engelli yüzde 19.30, ruhsal-duygusal bozukluğu olanlar yüzde 13.72, bulaşıcı olan kronik hastalığa sahip olanlar yüzde 4.88.

AYRIMCILIK SUÇTUR

Bu rapor ile toplanan veriler çok çarpıcı ancak daha önce de belirttiğim gibi özellikle bu tablo engelli bireylerin çocuk yaştan başlayarak yetişkinliğe giden yolda daha da genişleyerek uğradığı ayrımcılığın boyutlarının ipuçlarını veriyor.

Sınıflarda, okullarda, sınıflarda, apartmanlarda, işyerlerinde, toplumsal alanlarda istenmeyen engelli çocuklar ve yetişkinler, gözlerden uzak yaşıyor. O nedenle bu araştırmaya katılanların yüzde 44’ü engelli bir çocukla tanışmadım şıkkını işaretliyor. Eğitime, yeterli istihdam alanlarına erişemiyor, o nedenle okullarda engelli çocuklara ve çalıştığınız işyerlerinde engelli yetişkinlere rastlamıyorsunuz. Şehrinizde kamusal alanlarda erişilebilirliği sağlayan yeterli ve uygun düzenleme yok, bağımsız ve özgür hareket edemedikleri için sokaklarda, caddelerde, binalarda engelli bireylere rastlamıyorsunuz. Bütün bu koşullar engellileri eve kapatıyor, deyim yerindeyse tecrit ediyor. Bağımsız ve özgür hareket etme hakkı elinden alınan engelliler ayrımcılığa uğruyor.

Türk Ceza Kanunu’nun 122. maddesinde “Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle” yer alan “nefret” kesilmesi nedeniyle ülkemizde engelli bireylere karşı işlenen ayrımcılık suçları, ne yazık ki cezasız kalıyor.

İmzacısı olduğumuz BM Engelli Hakları Sözleşmesi’nin gerektirdiği bütün düzenlemelerin yapılmasına ihtiyacımız var.

Engellilik politikasına ihtiyacımız var.

En önemlisi de eğitime, “eğitilmeye” ihtiyacımız var.