Gotham sular altında kalmış, umutlar çamurla kaplanmış, sokaklar ise fırsat kokan bir çürümüşlükle dolmuştu. İşte tam da bu yıkıntılar arasında, Oswald Cobblepot, yani Penguin, kanatlarını açmaya hazırlanıyordu. HBO’nun yeni mini dizisi “The Penguin,” 2022 yapımı “The Batman” filminin bıraktığı yerden, karanlık ve çamurlu bir Gotham portresiyle başlıyor. Şehir sular altında kalmışken, Oz’un iktidar hırsı da aynı sular gibi yükseliyor ve her çatlağa sızıyor.
Pazartesi günü “The Penguin”in son bölümü için bir heyecanla eve gidip daha önce hiçbir dizi için girmediğim zahmetlere girdim. Zahmetten kastım, bakkaldan cips almam ve evimin salonundaki televizyonu dizi için ayarlamam, ama buna kesinlikle değdi. Colin Farrell'ın canlandırdığı Oz, makyajın ötesine geçen bir performansla, adeta derisinin altına giriyor karakterin. Her çekim öncesi 3 saat süren bir makyaj için bu yeterince zor bir durum. Danny DeVito'nun ikonik Penguin'i ile kıyaslamalar kaçınılmaz olsa da, Farrell’ın yarattığı Oz, hem yeni hem de tanıdık; hem hırslı hem de kırılgan. Akıl dolu pazarlıklar ve “Şimdi nasıl bir yol bulacak?” sorusunun yarattığı karmaşıklık, karakteri “sadece bir kötü adam”ın ötesine taşıyor, izleyiciyi empati kurmaya zorluyor. Peki ya bu empati, kötülüğe mi yoksa hayatta kalma mücadelesine mi duyuluyor? İşte bu, dizinin izleyiciye sorduğu en rahatsız edici sorulardan biri.
Dizi, izlemekten en çok zevk aldığım atmosferi, neo-noir bir tabloyu andırıyor. Çürümüş binalar, loş ışıklı sokaklar, karanlık ve boğucu atmosfer. Atmosfer Oz’un yükseliş öyküsüne mükemmel bir zemin hazırlıyor. Yıkımın ortasında serpilen bir çiçek gibi, Oz, her adımında daha da güçleniyor, daha da gözü kara oluyor.
Dizide Cristin Milioti’nin canlandırdığı Sofia Falcone karakteri, Oz’un yükselişinde önemli bir rol oynuyor. Milioti, bu karmaşık ve tehlikeli karaktere hayat verirken gerçeğe yakın bir performans sergilediğini izleyenlerin gözüne sokuyor. Sofia, hem Oz’un müttefiki hem de potansiyel bir düşmanı olarak, dizinin dinamiklerine yeni bir boyut katıyor. Dördüncü bölümde Sofia’nın geçmişine yapılan yolculuk, karakterin derinliklerini ve motivasyonlarını anlamamızı sağlıyor. O zaman Oz’u değil de Sofia’yı mı “Desteklesem” diye düşündürüyor.
Dizinin en dikkat çekici yanlarından biri, Gotham’ın toplumsal dokusuna yaptığı vurgu. Yıkımın ardından şehirde oluşan güç boşluğu, Oz gibi hırslı karakterler için bir fırsat haline geliyor. Oz, Victor karakteri üzerinden, sistemin dışlanmışlarına sesleniyor, onların öfkesini ve hayal kırıklığını kullanarak kendi gücünü pekiştiriyor. Tarihin her noktasında yer almasına rağmen günümüzde neo-liberal sistemin yoğun bir şekilde hissettirdiği, insanları bireyselleştirdiği, var olmak isterken yoğun bir şekilde yalnızlığa ittildiği bugünlerde Oz’un dokunduğu yer ister istemez empati yaratıyor, yeni neslin dinamiklerini de kullanarak kendi imparatorluğunu kurmaya çalışıyor.
“The Penguin,” sadece bir mafya dizisi değil, aynı zamanda güç, hırs, ve hayatta kalma mücadelesi üzerine bir hikaye. Gotham’ın karanlık sokaklarında, her karakter kendi savaşını veriyor, var olmaya çalışıyor. Yönetmen Matt Reeves, Oz’un var olmak için kendinden vazgeçtiğini ise dizinin son bölümünde izleyicilerin gözüne sokuyor, “kötü adam” olduğunu son kez hatırlatıyor. Gerçeklikten kopuk süper kahraman filmleri yerine karanlık, realist ve dramatik yapımları seviyorsanız, şiddetle tavsiye ettiğim "The Penguin" sizin için biçilmiş kaftan.