"Yalan Dünya",
"Tatlı Dillim",
"Zahidem",
"Kendim Ettim Kendim Buldum", "Yazımı Kışa Çevirdin",
"Evvelim Sen Oldun",
"Mühür Gözlüm","Gönül Dağı"
"Köprüden Geçti Gelin",
"Ayaş Yollarında"
En bilinen türküleriydi...
Bu toprakların sesiydi
sesi ve sazı ile -babası Muharrem Ertaş'ın yolunu sürdüren- Neşet Ertaş!..
**
Küçük yaşlarda keman ve saz çalmasını öğrendi.
Ankara'da TRT Radyoevi'ne girdi.
Güçlü derlemeleri olan ozanın kendisine ait çok sayıda güfte ve besteleri vardı.
Usta; "aynı ruhun insanıyız" diye söz ettiği babası ile, adeta Anadolu'daki en olgun seviyesine erişen Türkmen/Abdal müzik birikiminin yeni bir yorumcusuydu.
Çağın Dadaloğlu'su, Pir Sultan'ı, Köroğlu'suydu!
Yoğun yöresel özellikleri ve baskın mahallilik unsurları ile donanmış bu müziği yöresinin dışına çıkarmış, ülke genelinde ve hatta yurt dışında bilinmesini ve tanınmasını sağlamıştır...
"Koca Çınar" Yaşar Kemal takmıştır ona "Bozkırın Tezenesi"ni!..
**
"Nerede bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur... Çünkü kötü insanların türküleri yoktur..."
''Ben
halkın sanatçısıyım
ve halkın sanatçısı
olarak kalacağım.
Bugüne dek
devletten bir kuruş yardım almadım.
TRT'de bir program yapamadım. Bana verilen 'Devlet Sanatçısı' unvanını kabul edemem..''demiştir.
"Konser bileti kaç para olsun?" diye soran bir belediye başkanına, "Ben gençlerin cebindeki cigara parasını göz dikmem, ücretsiz olsun" karşılığını verendir Neşet Ertaş.
Her konserinde izleyicisini elini kalbine götürür ve şu sözüyle selamlardı;
“Burası var ya,
taşa toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yer.”
İyi de Beşiktaşlı'ydı;
“Saza vurduğun her nağmenin tadıdır Beşiktaş'lı olmak.
Biz de Anadolu'da Beşiktaş'a vurulduk, n'apalım dostlar”
**
Tuncel Kurtiz'li bir anı. Hasan Saltık anlatıyor;
"2003 yılıydı, Tuncel abi beni aradı;
Kısa süre önce de Edremit’in Çamlıbel Köyü’ne yerleşmişti.
“Hasan, benim çiftliğin arkasındaki yer satılık gel bana komşu ol” dedi.
Sırf ona komşu olmak için aldım.
İyi ki de almışım!
Akşamları mangalımızı yapar, sohbetler ederdik. Benim bahçemin meyveleri özellikle de karadutu çok meşhurdu.
Aradan 4 yıl geçti.
Yine bir yaz akşamı bahçede otururken bana dedi ki, “Sen artık bu köyün yerlisi sayılırsın, burada bir şenlik yapalım.”
- Yapalım Abi de ne yapacağız?
Dedi ki; ‘‘Köyümüzde şanımıza yakışır bir şenlik yapacağız...
Öyle birini getirmeliyiz ki memlekette duymayan kalmamalı.’’
Bütün gece düşündüm, sonunda buldum:
Neşet Ertaş!
Sabahı eder etmez Neşet’i aradım, davet ettim.“Sen gel dersen gelirim” dedi.
Ve 2007'de ilk Çamlıbel Şenliği’ni yaptık. Bütün çevre köyler oraya akın etti.
Tuncel Kurtiz de o şenlikte bir tiyatro oyunu oynamıştı. Şenlikten sonra köydeki karadutun altında Neşet Ertaş, Tuncel Kurtiz ve ben sabaha kadar türkü söylemiştik.
Unutulmaz bir geceydi...
Neşet Ertaş’ı ölmeden bir ay önce hastanede ziyarete gittiğimde, “Hasan o karadutu bir daha yiyebilecek miyim?” diye sormuştu
“Gel şimdi götüreyim seni” demiştim
“Doktor bırakmaz ki...” diye cevap vermişti.
Ne yazık ki ikinci kez yemek nasip olmadı. Hayatta öyle anlar vardır ki bir ömre bedeldir.
Bir kez yaşarsın, tekrarı yoktur. İstesen de yoktur, istemesen de...
Tuncel Kurtiz, Neşet Ertaş ve ben...
Bir karadutun gölgesinde...”
Artık bu üçlüden hiçbiri o kara duttan yiyemeyecek, üçü de aramızdan ayrıldı...
**
11 yıl önce İzmir'de yitirdik Neşet Baba'yı...
Kendi ağzından yaşam öyküsüdür aşağıdaki dizeler...
Sazına...
Sözüne...
Yüreğine...
Bin selâm Usta!
Saygı ve özlemle;
"bin dokuzyüz otuzsekiz cihana
kırtıllar köyünde geldin dediler
babama muharrem, anama döne
dediysen atayı bildin dediler
dizinde sızıydı anamın derdi
tokacı saz yaptı elime verdi
yeni bitirmiştim üç ile dördü
baban gibi sazcı oldun dediler
o zaman babamdan öğrendim sazı
engin gönül ile hakk’a niyazı
o yaşımda yaktı bir ahu gözü
mecnun gibi çölde kaldın dediler
zalım kader devranını dönderdi
tuttu bizi ibikli’ye gönderdi
babam saz çalarken bana zil verdi
oynadım meydanda köçek dediler
anam döne ibikli’de ölünce
tam beş tane öksüz yetim kalınca
beşimiz de perişan olunca
babamgile burdan göçek dediler
yürüdü göçümüz tefleğe doğru
bu hali görenin yanıyor bağrı
üç aylık çoçuğun çekilmez kahrı
bunlara bir ana bulun dediler
yozgat’ın kırıksoku köyü’ne vardık
bize ana yok mu diyerek sorduk
adı arzu dediler bir ana bulduk
işte bu anadır buldun dediler
en küçük kardaşı kayıp eyledik
onun için gizli gizli ağladık
üstelik babamı asker eyledik
yine öksüz yetim kaldın dediler
zalım kader tebdilimi şaşırttı
heybe verdi dalımıza devşirtti
yardım etti yerköy’üne göçürttü
biraz da burada kalın dediler
yerköy’den kırıkkale’ye geldik
babam saz çalarken biz çümbüş aldık
kırşehir’e varınca kemanı çaldık
aferin arkadaş çaldın dediler
yarin aşkı ile arttı hep derdim
babamı bir yere dünür gönderdim
başlık çok istemişler haberin aldım
istemiyor yarin seni dediler
kırşehir’de yedi sene kalınca
düğün düzgün hepsi bize gelince
burada herkese yer daralınca
ankara’ya gider yolun dediler
ankara’da (sünnetçi) veysel usta’yı buldum
epeyce eğleştim, evinde kaldım
yüz lirayı verip bir yatak aldım
etti isen böyle buldun dediler
bir ev kiraladım münasip yerde
kaldı kavim kardaş hep kırşehir’de
bu aşk hançerini vurdu derinde
çaresini bulmazsan öldün dediler
yarin aşkı ile döndüm şaşkına
arada içerdim yarin aşkına
canan acımaz mı garip dostuna
bunu da içeriye alın dediler"