"Kitap, tıpkı kaşık, çekiç, tekerlek veya makas gibidir. Bir kere icat ettikten sonra, daha iyisini yapamazsınız" / Umberto Eco
Ünlü İtalyan yazarın 'Gülün Adı' romanını okumayanlar belki Jean-Jacques Annaud imzalı sinema uyarlamasını izlemişlerdir. Kitapta çokca betimlenen ancak filmde de bir hayli özenli işlenen o sahneleri bir hatırlayalım. Sırtlarının kamburu çıkmış ve masalarına eğilmiş birçok rahip çömezi, bir manastır kulesinin loş salonunda koca koca ciltli kitapları yine aynı büyüklükte sayfalara kopyalamaktadır.
Evet seçilmiş kişilerdir ama aralarından birçoğu, kısacık ömrünü 40 - 50 kitap çoğaltarak tükettikten sonra, her bir taşına yılların rutubeti sinmiş duvarlar arasında vitamin eksikliğinden, gün yüzü görmemekten, türlü meslek hastalıkları sonucu can verecektir. Bütün bunlara rağmen kendilerine sorsak o kitaplara dokunabilmenin onları çoğaltabilmenin bile büyük bir ayrıcalık ve onur olduğunu söyleyeceklerdir. Ancak mümkün olsa da içlerinden birini kendi zamanımıza konuk edebilseydik ve ona her bir AVM'de, şehrin önemli caddelerindeki mağazaların raflarındaki rengarenk kitapları, cep telefonumuzdaki e-kitap ve pdf kopyaları gösterseydik acaba tepkisi ne olurdu? Ya o zavallı, ömrü boyunca kopyaladığı kitapların tamamını şimdi saniyeler içinde Polinezya adalarındaki bir Maori köyüne de, Grönland'ın kuzeyindeki bir Eskimo yerleşimine ulaştırılabildiğimizi izleseydi!..
Vurgulamak istediğim esas mesele şu: Şimdi sınırsız imkanlara rağmen, kitaplar elimizin altındayken eski zamanlardaki gibi önem verdiğimizi düşünmek mümkün mü? Hatta kitap edinmek, kitap okumak antika bir uğraş olarak değerlendirilmekte. Belki bilgiye (sağlıklı, doğru ya da gerekli bilgiler mi orası tartışılır) çok rahat ulaşabiliyoruz ama bu imkan, tuhaf bir biçimde cehaletimizi daha da artırmakta. Bilgi sahibi olmanın bir kıymeti kaldı mı, elimizdeki akıllı aygıtlarla çok rahat bilgiye erişebileceğimizi sandıkça bilgiden uzaklaşmıyor muyuz? Bu tuhaf ve umut kırıcı sürece direnense yine kitaplar.
KİTAP HAZİNE DEMEKTİ
Geçmiş yüzyılların, devirlerin hard diskleriydi kitaplar. Dervişlerin,vaizlerin, rahiplerin, keşişlerin aylarca yıllarca köyden köye, saraydan saraya dolaşarak naklettiği bilgilerin sınırlı sayıda kağıt yüzeylerde güvenilir bir biçimde saklanmasını sağlıyorlardı. Atın terkisindeki iki kitap, gerçek bir hazine demekti. O çağlarda sizi bilginin sahibi yaparak saygın, üstün ve değerli kılan şeydi.
Cep telefonlarıyla kendilerini daha bir bilgili ve güvende hisseden yeni kuşaklar aynı fikirde olmasa da kitaplar baş tacı. İlk kitapların hangi koşularda ve hangi gerekçelerle yazıldığını, insanın verdiği uygarlık savaşında nasıl bir sıçrama etkisi yarattığını, kitaplarla bilgiyi elde eden toplumların nasıl bir adım öne geçtiğini öğrenmek önemli. Çünkü kitapların geçmişini bilmek, aldığımız mesafeyi korumak için de gerekli. İspanyol filolog, tarihçi ve yazar İrene Vallejo'nun Volkan Ersoy'un çevirisiyle Bilgi Yayınevi'nden çıkan Papirüs / Antik Dünyada Kitapların İcadı adlı çalışması, sözünü ettiğimiz süreçleri son derece kapsamlı bir biçimde ele alan, bence son dönemlerde yayımlanmış en pratik, en kolay okunan ve en yararlı kitaplardan biri.
BİLGİNİN İZİNİ SÜRMEK
Tarihin ünlü kütüphanelerinin nasıl kurulduğunu okumak, bilgiye sahip olarak hayata hakim olmak isteyen firavun, kral ve sultanların yaşamına tanıklık etmek, bilgi, bilgelik ve bilim adına verilen mücadelelerin, sayısız sayfaların arasında kaybolan ya da günümüze ulaşabilmiş kadim bilgilerin izini sürmek istiyorsanız Vallejo'nun kitabına muhakkak göz atmalısınız.
Bilmekten, okumaktan ve kitaplardan söz ettiğim yazımı, 1988 yapımı Agnes Varda filminde, ünlü yönetmenin gözde oyuncusu Jane Birkin'in yaşamının her anında kitaplara beslediği aşkı ve tutkusunu nasıl ifade ettiğini aktararak sonlandırayım: "Kitaplarla çevrili olmak harika... Bilgiyle kuşatılmış olmak sıcak bir duygu!"
Papirüs / Antik Dünyada Kitapların İcadı / İrene Vallejo / Bilgi Yayınevi
2.
Zaman ve mekanın ötesinde bir puzzle
Daha önce Berg ve Üç adlı romanları Türkçeye çevrilen İngiliz yazar Ann Quin'in 1973'te hayata veda etmeden önce yazdığı dördüncü ve son romanı yine son derece deneysel bir üsluba sahip. Distopik bir ortamda geçen romanda bir arabayla kovalamacaya tanık oluyoruz. Kovalayanla kovalanın yer değiştirdiği, gerçekliğin flu bir alana taşındığı roman, bu yapısıyla metinsel zorluklar ve çetrefilli anlatımları göze alabilenlere hitap ediyor.
Triptikler / Ann Quinn / Everest Yayınları
3.
Gezmek, görmek ve anlamak üzerine
Yaşamını İngiltere'de sürdüren Yahudi asıllı İsviçreli yazar Alain de Botton, bu kez gezme ve keşfetme tutkumuza yön vermek istiyor. Seyahat etmenin sadece güzel yerler ve manzaralar görmek olmadığını, görülenin ötesine yatak ve dikey yeni bakışlar geliştirmemiz gerektiğini vurgulayan De Botton'un bu zihin açıcı çalışması, birçok kitabı gibi hayata dair farklı bakış açıları sunuyor ve bizi bir içsel dönüşüme davet ediyor.
Seyahat Sanatı / Alain de Botton / Everest Yayınları
4.
Niteliksiz Adam'ın habercisi
20'nci yüzyılda modern romanı inşa eden en önemli yazarlardandır Robert Musil, Niteliksiz Adam'ıyla gönüllerdeki ayrıcalıklı yerine koruyan Avusturyalı yazarın ilk kez 1911'de yayımlanan bu kısa ama özlü romanı, yine kadın kahramanlara odaklanıyor. Köylü Grigia, aristokrat Portekizli ile tezgâhtar Tonka. Münzevi dahinin başyapıtının habercisi olarak kabul edilen bu romanı, insan ilişkilerine ve özellikle sadakata dair bir roman.
Üç Kadın / Robert Musil / Can Yayınları
5.
Aşk bir hayata ne kadar hükmeder
Regaip Minareci'ye bu yıl çeviri ödülü getiren romanının konusu şöyle: Doğu Berlin'de bir otobüste rastlaşan Katharina ile Hans birbirine âşık olur. Yıllar geçer ve bu aşk biter. Biz Katharina’nın Hans’la yaşadığı günlerden kalan eşyaları karıştırırken görürüz. Genç kadın, arzu, saplantılar ve şiddetle tükenen aşklarının muhasebesiyle meşguldür. Dışarıda da iki kutuplu dünyanın merkezi Berlin ise, zamanın hükmüne boyun eğmek üzeredir.
Kairos / Jenny Erpenbeck / Can Yayınları
6.
Filmiyle ünlenen bir polisiye klasiği
Gerilimin üstadı Stephen King'in "her eseri heyecan verici" diyerek övdüğü John D. MacDonald'ın bu romanı Martin Scorsese tarafından sinemaya uyarlanmıştı. İthaki'nin 'polisiye klasikleri' dizisinden yayınlanan bu modern klasik, bir ailenin hem sisteme hem de saplantılı bir caniye karşı ortaya koyduğu mücadeleyi anlatıyor. Yıllar sonra hapisten çıkan bir psikopatın intikam planlarına direnen ailenin serüveni en az filmi kadar sürükleyici.
Korku Burnu / John D. MacDonald / İthaki Yayınları
7.
İlişkisel psikoterapinin şifrelerine dair
Terapiler, tedaviler sadece hekim ve danışanın klasik ilişkisiyle ilerlemiyor. Dr. Aydın Keleş'in bu çalışmasından öğrendiğimize göre, ilişkisel psikoterapist, etik çerçevede danışanıyla işbirliği içinde aralarındaki ilişkiyi çözümlüyor ve süreci işlevsel hâle getiriyor. Danışanın deneyimlediği bu yeni benlik hâli, ona terapi dışındaki ilişkilerinde de kendisini daha özgün ve işlevsel olarak ortaya koyabilmenin yolunu açıyor.
Terapistin İkilemi / Elvin Aydın Keleş / Nova Kitap
8.
Kurgunun paralel evreninde bir kahraman
Gönül Kıvılcım'ın yeni romanının konusu şöyle: Ekonomik sorunlar, Tophaneli Hasan'ın canına tak etmiş ve sevdiklerine bırakacağı veda mektubunu yazmanın derdine düşmüştür. Bu sırada gerçek bir yazarla, Leyla’yla tanışır Hasan. Bir türlü yazamadığı mektup için Leyla’dan medet umarken birden onun kurgusu içindeki evrende yaşadığından şüphelenmeye başlar. Yoksa kaderi, derdi kendine yetmekte olan yazarın ellerinde midir?
Küçük Umutlar / Gönül Kıvılcım / Everest Yayınları