Geçen hafta korkunç bir fırtınaya dönüşmüş şiddetin, cinayet kasırgasının, insansızlık ve insafsızlık cehenneminin fotoğrafını çekmeye çalışmış, yapılması gerekenler üstüne konuşmayı bu yazıya bırakmıştık.

Kuşkusuz bu satırların yazarı, sosyolog, psikolog, narkotik uzmanı, suç bilimi araştırmacısı falan değildir. Ama ülkesine kültür ve sanat alanından teşekkür etmeye, katkıda bulunmaya, yazarak söyleyerek eyleyerek yurttaşlık hak ve sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmaktadır. Esasında, yaşadığımız bu rezaletler silsilesine karşı bir duruş göstermek, düşünce ve öneri üretmek için de uzman olmaya gerek yoktur. Hepimizin anımsaması gereken, vicdandır, ahlaktır, geleceğe karşı sorumluluktur ve evrensel insanlık değerleriyle donatılmış yurtseverliktir, demokratik çağdaş ve laik Türkiye penceresinden hayata bakma yeteneği ve kararlılığıdır. Uzmanlar kuşkusuz bilimsel açıdan durumu saptayıp, görüş üretmekle birinci dereceden sorumludur. Devletin, kurumlarının, yerel yönetimlerinin, toplumsal örgütlenmelerinin görevi de liyakate saygıyla onlara kulak vermek ve mücadeleyi toplumsal tabana yayabilme becerisi göstermektir. Disiplinler arası bilimsel yaklaşımın, gerçeği bu açıdan görmenin ve davranmanın dışında; hiçbir çözümün işe yaramadığı, aksine dinci-faşist yaklaşımdan meseleyi halı altına süpürmeye, şiddete şiddetle karşılık vermekten öç almaya her türlü davranışın, bu cehennemi daha da körüklediği artık bilinmelidir. Bu bağlamda görülen zaaflar, eksiklikler, yanlışlar ve iki günde unutma saçmalıkları, yurttaş inisiyatifi ile yıkılabilir ve mücadele yükselebilir. Nedir bunlar, ne yapılmalıdır?

***
Biz arabeske kolaylıkla kayabilen, çözüm üretmektense ağlamayı ve sızlanmayı yeğleyen, çözümü hep başkalarından bekleyen, bana dokunmayan yılan bin yaşasın ikiyüzlülüğüyle durumu geçiştiren, bilimden çok hurafe ve tevatüre sığınan, en acısı da gizlemeyi ya da görmezden gelmeyi hayat tarzı olarak sürdüren bir toplum yapısına sahibiz.
Bu psikopatlar, katiller, ailecek örgütlenecek kadar gözü dönmüşler, kuşkusuz bir günde ortaya çıkıp, ertesi gün kadınları, çocukları katletmiyor. Durakta polisleri bıçaklamıyor. Kestiği kelleleri surlardan hayata fırlatmıyor. Doktora, hemşireye, öğretmene saldırmıyor. En küçük trafik sorununda, sopalarla, bıçaklarla, demirlerle muhataplarına öldüresiye saldırmıyor. İki üç kişi bir araya gelip, sokakta kadınlara tecavüze kalkışmıyor. İki yaşındaki çocukları, üçüncü kattan aşağı atmıyor. Hayır, bunlar yalnızca zır cahil, lümpen, suçu bir hayat tarzına çevirmiş toplumsal hayaletler ya da canlı cenazeler değil. İçlerindeki eğitim düzeyi yüksek olanların oranı, her gün biraz daha artıyor. Demek istediğim, bu ruhunu, benliğini, kişilik değerlerini yitirmişler, bir günde karşımıza çıkmıyor. Kimi tutarlı ve bıkmadan izlenecek bir sağlık sürecinden geçmesi zorunlu, gerçek hastalar. Kimi, bireysel ve toplumsal hayata tutunma olanağını yitirdikçe, varlığını gösterme ve geliştirme koşullarından uzaklaştıkça, korkunç bir yalnızlığın ve çaresizliğin suça ittiği tipler. Önemli bir kısmı, ülkeye egemen olan korkunç fırsat eşitsizliği, ekonomik kıskaç, toplumsal erozyon üçgeninde, ülkesine ve topluma karşı giderek hınç biriktiren, bir şeylere hakkı olduğunu düşünürken bu hakların ne olduğunu ve uğurlarında ne yapılması gerektiğini düşünemeyen, düşünmesine fırsat verilmeyen, herkesi düşman gören ve intikam almaya yeminli birer sosyopata dönüşen yitikler. Sistemin yozlaştırılması sonunda, adaleti kendi elleriyle sağlamanın, kuralları koymanın ve buna uymayan ne varsa yok etmenin haklılığına inanmış suç makinaları… Bu listeyi, gerekçeleriyle birlikte uzatmak çok kolaydır.

***
Zor olan, burnumuzun dibinde duran, evimizde ya da komşumuzda yaşayan, sürekli bağışlamayla iyileşeceği umulan, toplumun acımasız kıyıcılığıyla alay konusu edilmekten dışlanma korkusuna, bin gerekçeyle gizlenmeye çalışılan bu insanlar için, daha ilk işaretleri vermeye başladıklarında davranmaktır. Onlarca yıllık çabanın sonucu, asla yeterli olmasa da engellilerimiz artık hayatın içinde, toplumsal döngüde yer almaya başladılar. Şimdi sırada, bu hastaların, ruhları örselenmişlerin, teker teker elimizde kayıp gidenlerin, giderken canlara kıyacak kadar birer suç makinasına dönüşenlerin geri kazanılmasına gelmiştir. Aileler gerekeni yapmıyorsa, komşular devreye girmeli, bu insanları arabesk cahilliğin, kör inanç bataklığının, yüzleşme cesareti gösteremeyen korkaklığın elinden kurtarmak için davranmalıdır. Mide bulandırıcı bir orana ulaşan uyuşturucu belası mesela… Bu belaya yakalanan insanlarımızın, daha ilk başlarda göstermeye başladıkları davranış bozuklukları, ulaşmak için hırsızlık başta olmak üzere yaptıkları, çevrelerindeki insanlar tarafından nasıl görülmez. Ama kahrolası halının altına süpürme kolaycılığı, görmeyi ve gerekeni yapmayı engelliyor.
Kuşkusuz bütün bunların çözümü, aile eğitiminden okullardaki danışmanlık uygulamasına, devlet örgütlenmesinin çağdaşlaştırılmasından önce devleti yönetmek için seçilmişlerin eğitimine, basının perişanlığından televizyon ve sinemaların akıl almaz sorumluluklarına da sıra gelmelidir. O da önümüzdeki yazıya kalsın.