Türkiye’de 1931 yılında bile başına sarık sarmak isteyenler, hükümetten ‘sarık vesikası’ almak zorundaydılar. 1925 ila 1931 yılları arasında sarıkla ilgili olarak devletçe yapılan bu düzenlemelerden taviz verilmemeye çalışıldı
1931’de Isparta Eğirdir’e bağlı Direksene köyü muhtarı ile üç aza Eğirdir kaymakamlığına dilekçe ile başvurarak köylerindeki Demircioğlularından Bayram oğlu Hasan’ın başına sarık sarabilmesi için kendilerine resmi izin verilmesini istediler. İslam’ın bir simgesi olarak kabul edilen sarığın Osmanlı topraklarında yaşayan Müslümanlarca ve gayrimüslimlerce yüzyıllardır nasıl istismar edildiğini bilen devlet, mümkün olduğunca Müslüman din görevlilerin sarık takmasını sağlamaya çalışıyor, sıradan halkın Müslüman din adamı olmadığı halde seyyidlere (Hz. Muhammed’in neslinden gelenler) tanınan yargılanmama, vergi ödememe, itibar ve saygı elde etme gibi imtiyazlardan yararlanmasını istemiyordu. Şüphesiz sarık ile ilgili düzenlemelerin devletin karşılaştığı iç sebeplerinin yanı sıra, asıl önemlisi, Avrupalıların sarığa olan olumsuz tepkilerinin en aza indirilmesiydi. Zira sarık, Avrupalıların gözünde, ‘cehalet, şiddet, sahtelik, Hristiyanlıktan çıkma’ gibi özel konuların öznesi haline gelmiş ve tüm bu eleştiri ve aşağılamalar Türklerle özdeşleştirilmişti, Araplarla değil. Nitekim İstanbul’un fethinden sonra Avrupa’da ‘korkulan İslami bir sembol olarak görülmüş ve ayrıca Avrupa’ya tepeden bakan bir gücü (İslam) simgelediği’ düşünülmüştü. Örneğin İngiltere’de İstanbul’un fethinden sonra Fatih’in yayınladığı bir emirle sarığın yaygınlaştığı ve ilk kez Hz. Muhammed tarafından takıldığı’ görüşü kabul edilmişti (G. Maclean, N. Matar, İngiltere ve İslam Dünyası 1558-1713, İstanbul 2011, s.269). Hristiyanlığın İslam’a ve Türk’e üstünlüğünü göstermek için, Cem Sultan, tablolarda, sarıklı ve mahzun olarak çizilmişti.
TÜRK MODASINA UYGUN
Sarık, İngiliz aristokratlar tarafından Tudor Sarayı’nda ‘Türk modasına uygun bir tarzda’ takılmıştı. Bazı aristokratlar ‘Doğu’ya özgü kıyafetleri’ giymekten zevk almıştı. Doğu Akdeniz’den İngiltere’ye dönen İngiliz seyyahlar ‘Türk tarzında giyinmiş’ olarak dönüyorlardı. Sarık ile ‘Türk kimliği’ tanımlanıyordu. Öyle ki sarık hem İslami aidiyeti hem bireysel kimliği hem de milli aidiyetin işareti oldu. Başında sarık olan kişi ‘Müslüman bir Türk’ olarak algılanmaya başladı. Osmanlı topraklarına gizli faaliyet yapmak isteyen Avrupalı gayrimüslimler, ülkeye girdiklerinde hemen kıyafetlerini değiştiriyorlar, başlarına sarık sarıyorlar ve Doğulu Müslüman Türk gibi giyiniyorlardı. Nitekim 1897’de Girit Hanya’da beş İtalyan başları sarıklı ve Arap elbisesi kıyafetiyle yakalanmışlardı. Osmanlı ülkesinde sarık Müslümanları, Yahudi ve Hristiyanlardan ayıran bu önemli bir sembol olarak görülüyor ve İslam’a giren erkeklere sarık takılıyordu. Bundan dolayı İngiltere’de sarık ihtida (İslam’ı benimseme) ile ilişkilendirildi. Kilise, sarık takanları ‘Hristiyanlıktan çıkmanın işareti’ olarak takdim etmeye başladı. Kuzey Afrika’da İslam’ı benimseyen birçok İngiliz başlarına sarık takmak zorunda kalmışlardı. İngiltere’de sarık ‘kölelik ve şiddeti’ sembolize eder oldu ve kilise sarık aleyhinde sıkı emirler yayınladı. Sarığı atmak, İslam’dan çıkmak olarak kabul ediliyordu. İzmir’de İslam’ı benimseyen Rumlar başlarına sarık sarıyorlar, bir müddet sonra sarıklarını atarak yeniden eski dinlerine geri dönüyorlardı. Tiyatro eserlerinde sarığı atıp ‘peruk ve kravat’ takmak Hristiyanlığa geri dönmek olarak algılanıyordu.
İNGİLTERE’DE REKLAM AMAÇLI
Sarık, İngiltere’de reklam amaçlı olarak da kullanıldı. Kahvehaneler yaygınlaşmaya başlayınca kahveciler müşteri çekebilmek için ‘zenci, burma bıyıklı, büyük sarık, doğuya özgü yelek ve Türk’ kavramlarını kullandılar. Tarihçi Maclean bu uygulamanın amacının İngilizleri Fransız tekstillerinden uzak tutma amacını taşıdığını belirtir. Sarık ‘cahillik ve sahteliğin’ bir sembolü olarak görüldü ( s.277). Demek ki Cumhuriyet hükümetlerinin sarık ile ilgili yeni düzenlemeler yapma mecburiyetinin iç ve dış faktörlerden kaynaklandığı anlaşılıyor. Bir taraftan sarık sararak İslam konusunda halkı yüzyıllardır istismar eden ‘cahil mollaların’ önü alınmak isteniyor, diğer taraftan Avrupa’da yüzyıllardır oluşmuş olan ‘cahil, kaba, sarıklı Müslüman Türk ‘ imajı Cumhuriyet hükümetlerince değiştirilmeye çalışılıyor. Bütün bu yapılanlara rağmen ‘şapka ve kravat’ İslami çevrelerde Frenklik (Avrupalı) alameti olarak kalırken, ‘sarık’ halâ İslami bir sembol ve güç olarak devam ediyor. Umarım Avrupa’da Türklere karşı bu eski algılar yeniden hortlamaz.