Okumuşsunuzdur, Manisa’nın Seyitli mahallesinde, bundan 64 yıl önce bir cami yapılır. İnşaata taş gereklidir. Kaynak yaratmak ya da oluşturmak yerine, kaynak kurutmak alışkanlığımıza denk düşecek biçimde, çözüm bulunur: Sekiz kilometre ötede Aigai Antik Kenti! 2800 yıl önce kurulmuş bu “insanlık mirası” taş kaynamaktadır. Bilgelik Tanrıçası Athena için yapılan tapınağın taşları bir bir eksilir, Seyitli’ye taşınır. İş zahmetsizdir, iki bin yıl öncesinin ustaları, “Bir gün bizim çok tanrılı dinimizin tapınak taşları, tek tanrılı bir dinin mabedi için kullanılabilir”, “Namaz kılanlar bizim için de bir dua edebilir” diyerek, taşları çok güzel yontmuşlardır. Bundan kolay iş olur mu?
Kazı heyetinin ortaya çıkardığı bu durum, bakalım yine bize özgü nelere yol açacak. Şimdilik mahalle sakinleri, taşların geri alınmasından, camilerinin yıkılmasından korkuyorlar. Benim asıl merak ettiğim, “Gavur taşıyla yapılan camide namaz kılınmaz” diyecek ilk muhteremin kim olacağıdır.
“Bizde taş çok, alıversinler canım” diyerek, antik miras talanına yol açıldığı, üç bin yıllık lahidin önüne yazı yazıp arkasına def-i hacet etmenin normal karşılandığı, her antik yapının “Gavur mutlaka altın saklamıştır” denerek, köstebek yuvasına çevrilip mahvedildiği, her freskin ve heykelin gözleri oyulup, paramparça edildiği, tek aidiyetin antik heykellerin uçurulmuş kafalarının yerine, sırıtık kelleyi yerleştirip fotoğraf çektirmek olduğu bir memlekette, kalkmış nelerden söz ediyoruz. Değil mi?
Doğayı, açgözlülere sunulmuş tükenmez bir sofra; tarihi, hiçbir fikre sahip olmadan yalnızca kof bir böbürlenme alanı olarak görmenin örnekleri, bizde bitmez. Böyle bir ülkede, yurtseverlik, vatanseverlik başta olmak üzere, kimin hangi değeri ve neden savunduğunu anlamak, gerçekten çok zor iştir. Aidiyet duygusu yerine koşullanmışlıklarla yetinme, geçmişe saygısızlık-geleceğe sorumsuzluk, “merak, öğrenme-bilme-haz alma-koruma” çağdaşlığına inatla ayak direme ve ne yazık ki algısızlığın sırtını okşama, cehaleti onurlandırma, böylelikle iktidara ulaşma tuhaflığı, bizi bu günlere getirmiştir. Bugünlere böyle gelenlerin, yarınlara “ne olacak halimiz?” sorusundan başka bir şey yükleyememesi, çok da büyük irdeleme gerektirmiyor.
Şimdi kalkıp, Polatlı’dan top sesleri gelirken, Ankara’da, hem de o dağdağalı günlerin ortasında, Mustafa Kemal Atatürk’e “Etnografya Müzesi” açtıran bilinç ve algıyı ahaliye sormak, bir şey ifade edebilir mi?
Tarih böyle de, doğa elimizden kurtulabilir mi? Ne münasebet! İnşaat için en yakın antik insanlık mirasını taş ocağına çeviren zihniyet, doğayı da örneğin elinin uzanacağı yere balık çiftliği kurarak, denizi mahvetmekten çekinmeyecektir.
Okumuşsunuzdur, bunun yeni bir örneği Seferihisar’da yaşanmak üzere. 6 yıl önce, toprağına, göğüne, denizine sahip çıkan halkın direnişi unutulmuş, ÇED raporu falan yöntemiyle, çiftlik bu kez 9 kat büyüklüğünde, hem de Seferihisar’ın burnunun dibinde hortlatılmaya çalışılmaktadır. İnsanlarımızın belleksizliğine inat, cüzdanların asla unutmadığı, dolmak ve doymak için sabrının asla tükenmeyeceği bir daha kanıtlanmak üzeredir.
Halkın demokratik talebi, Sığacık Körfezi'nin korunması gereken “hassas alan” ve Akdeniz foklarının en önemli üreme-yaşama bölgesi olduğuna dair bilirkişi raporları, en önemlisi vicdan ve etik unutulmadan, o çiftlikler kurulamaz.
Yurtseverlik, vatanseverlik başta olmak üzere, kimin hangi değeri ve neden savunduğunu anlamak çok güç, demiştim. Siz onlara demokrasinin, insan haklarının, doğal ve tarihsel miras kavramının, dinsel inançların ve dünya görüşlerinin ne işe yaradığı sorularını da ekleyebilirsiniz.