İzmir’in ilham veren kocaman dünyası için verilecek örnekler çoktur. Değerli İlber Ortaylı hocamızın deyimiyle, “İzmir ilklerin ülkesidir.” Çünkü İlber Hoca’nın anlatımına, yazdıklarına ve bildiklerimize göre, ‘Osmanlı Tiyatro Hayatı, operetleri ve ilk basın organları bu şehrin eseridir’

Bir zamanlar, edebiyat hareketlerinin en güçlü olduğu şehirdir İzmir. Şiirin başkenti olmuştur her zaman. Ayrıca hatırlamak gerekir ki, edebiyatın ve genel olarak sanatın ve güzelliğin ilham kaynağı olan İzmir, köklü bir Levant şehridir. Levant, bir arayıştır aslında. Batı Avrupalılar için, ‘Le Levant, The Levant, İl Levante’ kelimelerinin karşılığı, güneşin doğduğu topraklarla eş anlamlı hale gelmişti. Bir Doğu bölgesi için kullanılan ama bir Batılı isim olarak Fransızca’dan gelen Levant, Doğu ile Batı arasındaki anlamlı diyaloğun, toplumsal hatıratımızdaki son kalesidir. İzmir tarih boyunca, kozmopolit yapısıyla, Batıdan gelenlere açtığı gönül ve ekonomi kapısıyla, tam bir Levant şehri olmuştur. Geçmişte İskenderiye ve Beyrut ile birlikte, Smyrna en önemli Levant limanlarından biriydi. Bu yanıyla İzmir, Akdeniz’in tüm ihtişam ve felaketlerine tanık olan bir şehirdir. İzmir’in Levant yanı nedeniyle; şehirde camiler, kiliseler ve sinagogların yan yana dizilmesi; inanç haritasında İzmir’in hoşgörüye dayalı izlerini günümüze taşımıştır.

Whatsa11Pp Image 2024 09 26 At 10.50.45

BOYNU BÜKÜK NAZLI ÇOCUK

İzmir, üç semavi dinin takipçilerinin, mutlu ve barış içinde, bir arada yaşama deneyimini derinlemesine hayata geçirdiği hala geçirmekte olduğu bir şehirdir.
İzmir işte bu nedenle, ‘Levant özgürlüğünde bazen milliyet hapishanelerinden de kaçılabilen, evrensel insanlık şehri olabilmiştir.’ Ama aynı İzmir, yeri gelince yurtseverlikte hiç geri kalmamış, Kurtuluş Savaşı’nın ilk kurşunu 1919’da bu şehirde sıkılmıştır. Tüm bu yönleriyle İzmir’de, şehir ve edebiyat ilişkisi hep, her dönem perçinlenmiştir. Ama yine de 1922 yılında Büyük İzmir Yangını olarak anılan felaketin, kenti sevenlerin yüreğinde hiç dinmemiş alevleri üzerinde yükselen acılarının rüzgarında; Smyrna boynu bükük bir nazlı bir çocuk gibi, hala yangının izlerinin kaleme alınacağı, yeni büyük edebiyat serüvenlerini beklemektedir örneğin. Denemeleri yapılsa da çok yetersizdir bu serüvende edebiyata yansıyan bu acı perde. Belki de bir yaşam-yaşama modelinin yok olduğu, yok edildiği günlerin, soru işaretleriyle dolu anlatımı.

Whatsapp Image 12024 09 26 At 10.50.43

KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞDU

Sonrasında küllerinden bir kez daha doğan İzmir şehrini, hep farklı dönemler beklemiştir.
Bu yıllardan biraz öncesine doğru geri adım attığımızda, örneğin 1884 yılına geldiğimizde, İzmir’de üç gencin, yani Halit Ziya Uşaklıgil, Bıçakcızade Hakkı ve Tevfik Nevzat’ın çıkardığı Nevruz Dergisi, şehrin kültürel yaşamında önemli bir değişim döneminin başlangıcı olarak görülmüştür. Sonrasında Hizmet ve Ahenk gazetelerinin çıkması, kültürel bir yolda edebiyatın da soluklanmasında, önemli rol oynamıştır. Bu dönem, İzmir’de bir süre yaşamış sosyolog-yazar Ziya Somar tarafından ilk baskısı 1944 yılında yayımlanan ‘Yakın Çağların Fikir ve Edebiyat Tarihimizde İZMİR’ adlı kitabında çok iyi anlatılmıştır. (Bu dönemi bir başka yazının konusu yapmak istediğim için detaylarına girmiyorum)
Biz bir başka döneme, örneğin 1925 yılına gelelim. Kocaman şairimiz Nazım Hikmet’in hep dilimizde sanki bir türkü olan, o güzelim “Güneşi İçenlerin Türküsü” adlı şiirinin ilham kaynağının, aslında İzmir ve İzmirli tütün işçileri olduğunu biliyor musunuz? Nazım’ın ‘Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’ adlı 1962 yılında yazdığı otobiyografik romanını okuyanlar, Nazım Hikmet’in İzmir ilişkisini hatırlayacaklardır.

Whatsapp Image 2024 09 26 At 10.50.42

Romanda adı geçen Ahmet adlı karakter, Nazım'ın kendisidir. N.M mahlasıyla yazılar kaleme alan Ahmet’in ağzından, Nazım Hikmet'in İzmir'e gelişi, parti çalışmaları (TKP) romanda anlatılmıştır. Nazım’ın gerçek yaşamına ve 1925 yılına dönersek, o yıl çıkarılan Takrir-i Sukûn yasası ile İstanbul'daki, muhalif dergi ve gazetelerin kapatıldığını görürüz. Nazım’ın romanı ve birçok belge, genç şairin o yıl polis takibinden kurtulmak üzere kısa bir süre İzmir’e gittiğini gösteriyor. Son olarak yapılan bazı araştırmalar da bunu doğruluyor.

Whatsapp Ima1Ge 2024 09 26 At 10.50.44

NAZIM’IN İZMİR GÜNLERİ

Ayrıca 1913-1919 yılları arası İzmir Valiliği yapan İttihatçı Rahmi Bey ile Nazım Hikmet akrabadır. Yazar Araştırmacı Gazeteci Kemal Sülker, "Nazım Hikmet’in Gerçek Yaşamı" adlı kitabında Nazım’ın İzmir günlerini de anlatır. Rahmetli Sülker’in anlatımına göre Nazım Hikmet, İstanbul’da öldürülebileceği kuşkusu yaşamaktadır. Aile üyeleri ve annesi Nazım’ın yaşamının tehlikeye girmemesi için şairi bir süreliğine İzmir’e gitmeye teşvik ederler. Ailenin düşüncesine göre İzmir’in eski valilerinden, akrabaları Rahmi Bey, Nazım’ı evinde bir süre saklayabilir. Eski ittihatçı Rahmi Bey Nazım Hikmet ile karşılaşınca "Bana geldiğiniz duyulursa ikimizin de başı yanar" der ve düşünülen hayata geçemez. Ama Nazım bu sonuca hazırlıklıdır, 1925 yılında romanda anlattığı gibi gizlice geldiği İzmir’de bu tablo karşısında hemen Sosyalist Şimendifer İşçileri Cemiyeti ile irtibata geçer. O işçilerin katkısıyla, gündüzleri genellikle dışarı çıkmadığı Eşrefpaşa’da bir evde saklanır. Nazım’ın ‘Güneşi İçenlerin Türküsü’ adlı şiirinin de İzmirli işçilerin özverilerinden etkilenerek, bu koşullarda yazıldığı öne sürülür. Yani, ‘Akın var güneşe akın’ seslenişini, Nazım kendi içinde biriktirerek, ilk kez İzmir’den mırıldanıp dizelere dökmüştür. Nazım’ın İzmir serüveni 4 ay sürmüş, sonra kaçış ve mahkûmiyet yolculukları başlamıştır. Güneşi İçenlerin Türküsü’nün bu dönemden üç yıl sonra 1928’de ilk kez yayımlanması da Nazım’ın şiiri İzmir’de kaleme aldığının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Çok insan bilmeyebilir, ama eski TKP’lilerden öğrendiğimiz ‘Kavga Sesleri Geliyor’ dizeleriyle başlayan ünlü TKP marşının sözlerinin de Nazım’ın İzmir günlerinde Nazım tarafından yazıldığı öne sürülür.
 
NOT: ‘Edebiyatın güzel İzmir’i’ başlıklı yazımız devam edecek.