Günler sıkıntısı, tedirginliği, açmazları, çıkmazları, sorunları, düş kırıklıklarıyla, karartmayla geçiyor! Ertesi güne güvenle, umutla bakamaz olduk! Bu gerilimli zamanları yaşarken geldi acı haber Amasra’dan! Fıtrat (yaradılış) mı, yazgı mı? Sözün kolaycılığı mı yoksa? Gerçek daha acı oysa. Armutçuk, Kozlu, Karadon, Amasya, Sorgun, Küre, Balıkesir, Bursa, Soma, Ermenek, Şirvan... Şimdi de Amasra’ya düştü ateş! Canımızı yakarak…

***

Şair de olaylara, sorunlara, yıkımlara, kıyımlara, savaşlara, büyük acılara ilgisiz, sessiz kalmaz; toplumcu gerçekçi duyarlığıyla, kalemiyle, yüreğiyle halkın içinde olur. Maden kazalarında da şairin sesini duyarız. Bugün şairlerin seslerine kulak verelim diyorum. Amasra’da yitirdiğimiz canların acılarına katılarak…

***

'Yol Türküleri'nde (1945) nasıl sesleniyordu Orhan Veli?: “Siyah akar Zonguldağın deresi / Yüz karası değil, kömür karası / Böyle kazanılır ekmek parası.”

Fazıl Hüsnü Dağlarca da 1965 yılında 'Zonguldak Ağıdı' şiirinde madencileri anlatır: “Bir kömür, bir uzak, bir kara, bir derin / Ellerin, yer altında yitmiş kocaman ellerin”

Kemal Özer’in 'Zonguldak' adlı şiirini (Damar Dergisi, Nisan 1999) unutmak olası mı?: “Yerin derinliklerinden geldiler, ellerinde / susmak bilmeyen bir yeraltı güneşiyle, ne kadar / diplere bastırılırsa o kadar boğulmak bilmez yankısıyla / yüreklerinin.”

Ceyhun Atıf Kansu, “Ana, kardeş, çocuk bıraktılar geldiler, yeryüzünden yüz kırk metre aşağıya indiler” dizeleriyle başlayan 'Çaylar Kuyusu' şiirinde, yaşamını yitiren madencileri şöyle anıyor: “Yüz beş işçi indi yer altına bir postada / Kırksekizi kaldı yer altında bir postada / İncir harmanı bölümünde Çaylar Kuyusu / Ağır olur kara gözlü kömürlerin uykusu / Çeker kucağına Ereğli'den, Devrek'ten / Nice uykusuz garipleri bir anda uyutur / Çaylar Kuyusu derler bir derin kuyudur.”

***

Cem Karaca'nın 'Maden Ocağının Dibinde' adlı şarkısını duyar gibiyim şimdi: “Hava yok ışık yok/ Maden ocağının dibinde / Besin yok karın yok / Maden ocağının dibinde / Oğlun bile yok / Maden ocağının dibinde / Bir sen varsın, direnen.”

MTA’da çalışıp emekli olan şair Mehmet Rayman Amasra, yangınına, patlamasına, acısına duyarsız kalabilir mi? Sanal ortamda sayfasında paylaştığı şiirinden bir bölümü ben de paylaşmadan geçebilir miyim hiç?: “Ölçümüne girdiğim ocakları / ancak ben bilirim / ıslak zemin ateş gibi / kafamı kaldırsam tavan / sanki gökler yok gibi / kırk bire çıktı / yüreğimi sıkan acı / kırk bin kere yaşadım ben bu tozu dumanı / bir kere bile diyemedim kendime / unut geride kalanları hep ağladım / kömür karası gecelerime.”

Hasan Hüseyin Yalvaç şiirin devrimci sesi durur mu? “...ve bir gün / ve bir ay / ve bir yıl / apansız duyulursa grizu / anla ki öldük / bir-beş ya da yüz” derken hüznün acının resmini çizer” demeden de rahat etmez.

Ah bu Özge Sönmez yerinde duramaz ki, yürür üstüne üstüne direncin, başkaldırının; “Ağıt, gözyaşı, yas, kader, fıtrat, sabır, şükür, rıza...Bize dayatılan, layık görülen sözcük evreni, düşünme biçimi ve yaşam döngüsü. Hiçbir coğrafyada, hiçbir karanlık bu sözcüklerle ışımadı, ışımaz, ışımayacak. Korkumuzun bekçiliğini yaptığımız sürece kimse bizim yerimize gelip ışıkları açmayacak” der.

Gökyüzü Açık Kalsın’ın özgün şairi Selami Şimşek’i duymadan, dinlemeden geçmek olası mı?: “Çizgileri silinmiş ellerimizin / Ne demir dövmekten ne ovmaktan kazanı / Ne de tuzlu sularda kürek çekmekten / Birbirine benzer tozdan yüzümüz / Hayalden öte, gün ışığından uzak, / Yedi kat yer altında / Küllerin arasında yaşamaktan.”

Daha çoğu var. Sınırlı yerimi taşmam olası değil. Yazgı, yaradılış, körü körüne inanış, koşullanış, inadına bağlanış… Bunların üstesinden gelsek, nasıl da erince, gönence, aydınlığa ereceğiz…