Yıkıldığımız yerlerden tutunuyoruz hep hayata… Akdeniz, İç Anadolu ve Güneydoğu’nun kesiştiği Kahramanmaraş’ta meydana gelen 7.7 büyüklüğündeki depremde 10 il, bu illerin ilçeleri, köyleri neredeyse haritadan silindi. Binlerce can, çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç bir sabaha gözlerini açamadan yıkıntılar arasında yitip gitti… 10 gün oldu, ses hala var, enkazlardan çıkan insanlar var hala. Şimdi biz bu acıyla ne yapacağız? Bu acıyla açılan bu yaraya ne basacağız da yaşamaya devam edeceğiz?
Kahramanmaraş, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa, Hatay, İskenderun, Adana,Osmaniye, Malatya, Kilis…. İlçeleri köyleri….
Halklarımız, kentlerimiz, kültürümüz yerle bir, yüreklerimiz paramparça… İlk günden bugüne, bugünden yarına, yarından sonra depremzedelerin çığlığı nasıl silinir kulaklardan? Enkaz altlarından gelen sesler nasıl çıkar akıllardan…
*
Akıllardan çıkmayacaklar listesinde enkaz altından ses gelirken moloz kaldıranlar da var, bir ses acısını haykırırken arkasını dönenler de var…
Var da var, var da var… Daha nice niceleri var…
*
Şimdi biz bu acıya ne basalım, bağrımıza vura vura derdimizi kime anlatalım… Ortadan ikiye ayrılmış bir toplumun bir tarafından ışık sızıyor. Diğer yarısı zifiri. O ışıkta yüzler var, sesler var, inadına yaşamak var… Var ha var, var ha var… Havar!
*
“Çağına layık olmak diye bir şey var. Yediğin ekmeğe, içtiğin suya, okuduğun kitaba, girdiğin düşünceye, içinde yaşadığın halka, yediğin ekmeği hak etmek, aldığın ünü hak etmek, sevdiğini, sevildiğini hak etmek diye bir şey var…” der edebi gazeteci Yaşar Kemal, 'Bu Diyar Baştan Başa' serisinin 4’üncü kitabı 'Bir Bulut Kaynıyor'da.
Ve ekliyor: “Yazarlık namuslu iştir. Hele bizimki gibi doğu toplumlarında yazarlık çok namuslu, çok kahırlı, çok zor bir iştir. Bizde yazarlığı hak edebilmek öylesine belalı iştir ki bu işin içinden alnının akıyla çıkmış kişi o kadar çok değildir. Bizde gazetecilik, kitapçılık çok ilkel durumda olduğu için bizim yazarlarımız o gazeteci hürlüğünü, o yazarlık hürlüğünü hiçbir zaman tatmamışlardır.”
***
Yıllar geçiyor, kimler kimler ölüyor, öldürülüyor, bedeller ödeniyor. Ne acılar çekiliyor ama bir şeyler hiç ama hiç değişmiyor. Yok mu bir fay! Bu dünyadan silip yok etse; insanı öncelemeyen zihniyeti, insanca olana zararlı her şeyi…
Felaket tellallığı yapan gazeteciler akıllardan çıkmayacak. Sadece Türkiye’yi değil, tüm dünyayı derinden, en içten yaralayan 2023 Kahramanmaraş Depremi’nde en çok o depremzedeye arkası dönen, sesini duyurmayan, hiç oralı olmayan tellalcıları unutmayacağız. Ama orada gerçekten, gerçekler için, insan için, insanı önceleyen gazetecileri de unutmayacağız. Ve 9’uncu gününde depremin, canlı yayın yaparken, yanına gelen vatandaşa sırtını dönmeyen gazeteci Gülçin Hacıevliyagil Ayçe de unutulmayacak. Onca ihmalden, onca yitip gidenden, onca gözyaşından sonra bir nebze olsun teselli bulabildiğimiz gazeteciler unutulmayacak.
Tekrar edebi gazeteci Yaşar Kemal'e dönüyorum buradan. Duayen gazeteci Çetin Altan’la röportajından bir bölüm; Bir Bulut Kaynıyor kitabı, sayfa 41:
Yaşar Kemal: Türkiye’nin büyük meseleleri var. Bu meselelere hiç kimse dokunmuyor. Bana kalırsa dokunmayacaklar da. Bunlar tabular. Korkutucu, ürkütücü meseleler. Suyun gözünü tutmuşlar. Bu meselelerin üstesinden gelmedikçe de, hiçbirinin üstesinden gelemeyeceğimizi de biliyoruz. Bu meseleleri seninle çok konuştuk. Şimdi de Yön okuyucuları için bana bu dokunulmaz meselelerden birkaçını söyler misin?
Çetin Altan: Bunlardan birincisi Türk basınının iç yüzüdür. Kazanç mekanizmasının ne olduğunu kedinin pisliğini saklar gibi saklamak zorunda olan bir basın o memleketin gerçeklerini halka söyleyemez.
Söyleyenlere söyleyebilenlere o yarıklardan sızan ışığa… Şimdi biz bu acıyla nasıl?…