Alp Murat Alper ve Sabina Urfan, birbirleri için şarkılar yazan iki besteci, yorumcu. Sabina Urfan’a ve gönüllerde taht kuran Güzel Günler Göreceğiz’in bestecisi Alp Murat Alper’e bakıldığında güzel günler görüleceğine inanılıyor  

Röportaj: Neslihan Perşembe Kulakoğlu

    Besteci, yorumcu Alp Murat Alper ve besteci, yorumcu Sabina Urfan yaşamda da müzikte de beraber güzel bir çift. Mart başında yitirdiğimiz Edip Akbayram’ın yorumuyla halkın gönlünde yer alan ‘Güzel günler göreceğiz’in bestecisi Alp Murat Alper’in müzikle bağı kendisini bildi bileli vardır. Radyonun hep açık olduğu bir evde büyür. Babası nerdeyse bütün telli sazları çalar, iyi de şarkı söyler. 13, 14 yaşlarındayken ailesiyle, Nizip Cezaevi’nde bir akrabalarını ziyarete giderler. Cezaevi bahçesinde duyduğu ses ve sesin sahibinin bakışı sonrası, "Ben müzisyen olacağım, o bakışı, o sesi, acıyı anlatacağım" der. Sabina Urfan çocukken dayısının doğum gününde aldığı oyuncak bir piyano ile müzikle tanışır. Müzik bir tutkuya dönüşür. Bu tutkusu ve yaşamı hiç de kolay olmaz. 39 kış yaşar Azerbaycan'da. Yaşadığı 39 kışın anılarını yazar. ‘39 Kış’ kitabı Şey Yayınları tarafından yayınlanır. Sonra Türkiye'ye gelir. İkinci hayatı da müziğindeki yeni dönem de Türkiye’de başlar. Sabina ve Alp Murat,   “İkimiz de besteciyiz ve birbirimiz için şarkılar yazdık” diyorlar. Besteci, yorumcu Alp Murat Alper ve Sabina Urfan ile Dokuz Eylül Gazetesi okurları için röportaj yaptık.

Alp Murat Alper,   Dokuz Eylül Gazetesi okurlarına kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

A. M. Alper: Sahteliği, samimiyetsizliği oldum olası sevmedim. Gönülsüz iş yapanları, ilişkilerini menfaat üzerinden kuranları, istikrarlı bir şekilde bahane üretenleri de öyle. Elbette insanız, bazen bunlardan birini yaparken yakaladığım da oluyor kendimi. O zaman affetmiyorum ve ceza veriyorum kendime, kendimce. Belki bu kadar lafa da gerek yoktu kendimi anlatmak için. Sorulduğunda son zamanlarda söylediğim şeyi söyleyeyim en son; verdiklerini hatırlamayan, aldıklarını unutmayan biriyim ben. Sadece bu.

Müzikle bağınız nasıl kuruldu? Yönelten kişiler oldu mu? ilk etkileyen şarkı hangisiydi?

A. Alper: Müzikle bağım neredeyse kendimi bildim bileli var desem yeridir. Radyonun hep açık olduğu bir evde büyüdüm. Hatta çocukken kendime ait el radyom da vardı ve ben onunla uyurdum. Ailede profesyonel olarak müzisyen yok ama enstrüman çalanlar, söyleyenler vardı. Babam nerdeyse bütün telli sazları çalar, iyi de şarkı söylerdi. Büyük halam ud çalarmış, dedemin kardeşi ise keman. Ben de bir sürü enstrümanı çalıyordum doğal olarak. Ama "bir gün müzisyen olacağım" dememiştim hiç. Ta ki Nizip Cezaevi’nde bir akrabamızı ziyaret ettiğimiz güne kadar... Yaşım ancak 13-14. Büyük bir bahçesi vardı cezaevinin ve açık görüştü. Adeta piknikti biz çocuklar için. Yağmur başladı, insanlar kaçıştı, beni unuttular. O ara bir ses duydum ve ona yöneldim. Bu ses bağlama çalan, yanık bir türkü söyleyen birine aitti. Neden bilmem kapılar açıktı. Ben o sese gittiğimde bir koğuşun girişine denk geldim. Aniden üst ranzada bağdaş kurup türkü söyleyeni gördüm. Bu bir Barak havasıydı. Adamın sesi sanki ciğerinden bir yerden çıkıyordu, öyle yanık! Ezo gelin türkülerinden biriydi bu. Tüylerim diken diken dinliyorken kendimi gösterdiğimin   farkında değildim. Küçük bir an adamın bakışı beni yakaladı. Söylemeye devam ederken bana öyle bir bakışı vardı ki, hiçbir şekilde tarif edemem onu. Öyle birkaç saniye. Sonra ben oradan koşarak uzaklaştım. Annem "nerdeydin?" diye sordu. Konuşamadım. Ama eve döndüğümde evdeki bağlamaya, cümbüşe, mandoline başka bir sarıldım. Orda dedim ki kendime "Ben müzisyen olacağım, o bakışı, o sesi, acıyı anlatacağım".

İçinize sinen bir bestenin oluşumu nasıl gerçekleşiyor?

A. Alper: Alex Turner diye bir bestecinin bir lafı var bu konuda, "Biri bana şarkı yazmayı sorarsa, sanırım bunu sadece yaparak anlaman gerektiğini söyleyebilirim" der. Pek anlatılabilecek bir şey değil bu aslında. Ama "İçinize sinen bir bestenin oluşumu nasıldır" dediniz. Bir besteci olarak geniş bir yelpazede ürünler verdim zamanında. Yani kendi müziğimin dışında da piyasaya şarkılar verdim. Bunların bazıları sipariş üzerineydi mesela. Lakin orda da içime sinmeyen şeylere izin vermedim, çünkü bu konuda yeterince akıllı değilim.

Alp Murat Alper, müziğiyle kimlerin sesi oluyor?

A. Alper: "Sessizlerin sesi, kimsesizlerin kimsesi" demek isterdim ama öyle değil tabii. İlk başlarda toplumcu şairlerin şiirlerini besteleyerek başladım. Elbette o konuda bir derdim vardı ve hâlâ var ama ikinci albümüm "Sessiz Şehir" de başka bir yerdeydim. Daha bireysel bir bakış açısıyla anlattım derdimi, başka bir müzikal kaygıyla.

Sanatın hangi dalına emek verilse sevgi, aşk gerekli diye düşünüyorum. Eşiniz Sabina Urfan ile yaşadığınız aşk, sevgi müzik hayatınızda da devam ediyor. Bunu dinleycilere yansımasında nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?

A. Alper: Çok haklısınız. Aşkla, emekle yapılan müzik sanattır zaten. Öbür türlüsü iştir, esnaflıktır. Müziği sevdiğin insanla birlikte yapıyorsan şayet, tarifi imkansız bir güzelliktir bu. Sabina hanım benim miladım. Ondan önce ve sonra diye ayırsam hayatımı, yeridir. Müziğim için de böyle bu. Şükür ki hayatımda. Birlikte müzik yaparken aldığımız geri dönüşler konusuna gelince; güzel bakan güzel görüyor. Bizimle birlikte sevinebilen insanlar başımızın tacıdır. Size ve okuyucularınıza selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Var olun.

Sabina Urfan’dan kendisini kısaca tanıtmasını Dokuz Eylül Gazetesi okurları için isteyelim.

A. Alper: Azerbaycan'da dağlarla, çaylarla ve ormanla çevrili Türyançay isimli küçük bir kasabada doğdum. Dayımın doğum günümde aldığı oyuncak bir piyano ile müzikle tanıştım. Gerçi annemin öğrettiği şarkılar, laylalar (bizde ninni) vardı ama o oyuncak piyano hayatımı değiştirdi. İnanır mısınız ben onu elime alır almaz çaldım. Dinleyenlerle birlikte ben de şaşırdım. Aşina olduğumuz müzikleri arka arkaya çaldım ben. Doğuştan yetenek bu olsa gerek. Böyle başladı bende müzik aşkı ve hiç bitmedi. Daha o zamandan beri biliyordum ki bu benim dilimdir, ifade gücümdür. Müzik böyle başladı. 39 kış yaşadım Azerbaycan'da. Ne anlatayım, kitabımda bahsettim. Sonra Türkiye'ye geldim. İkinci hayatıma ve müziğimdeki yeni bir döneme burada başladım.

Sabina Urfan, müzik tutkunuzu, anılarınızı yazdığınız Şey Kitap tarafından yayınlanan ’39 Kış’ adlı kitabınızda da anlatıyorsunuz? Okurlarımız için sormak istiyorum; gerek yorumcu gerekse besteci olarak müzik, hayatınızda mucize olarak gördüğüz neleri gerçekleştirmenize yol açtı?

S. Urfan: Evet, kitabımda hayatımın bir kısmını anlatmıştım, anlatabildiğim kadarıyla. Ağır bir yaşamın içinde beni hayatta tutabilen, beni var eden, umut olarak gördüğüm ve hissettiğim tek şey piyanom ve içimdeki yazmak, yaratmak aşkı oldu. Mucize dediğimiz yeniden doğuşumdur, 39 kışımın ardından baharın gelmesidir belki de. Müziğe, evlatlarıma ve ikinci hayatım dediğim hayat yoldaşıma borçluyum bunu. Mucizenin kendisi bu olsa gerek.

Edebiyat çevresinden arkadaşlarım, dostlarım arasında da yazmanın iyileştirici gücüne tanık oldum. Sanat birçok dalıyla kötü ruhları da iyileştirebilir mi?

S. Urfan: Evet buna en çok ben inanırım desem yeridir. Aileden ve akrabalardan öte hayatımın çoğu döneminde sanat sayesinde tanıştığım dostlarım ışık tuttu bu yolculuğa. Çevremizdeki güzel insanlardan destek gördük, iyileştik. Tanrı bize öyle bir ruh vermiş ki ben kendi adıma konuşuyorum; içimde zerre kadar kötülük yok, benim başka bir dünyam var, rengârenk, yardımsever herkes iyi olsun, şenlik, bayram ve müzik dolu bir dünya.

Kitabınızda da belirtiyorsunuz; farklı bir çocuk olduğunuzu. Oyuncaklara, bez bebeklere düşkünlüğünüz olmamış. Küçük dayınızın aldığı kırmızı renkli oyuncak piyanoyu çalmanızdan bu yana piyanoyla bağınız kopmadı. Neden piyano?

S. Urfan: Bunu ben bile bilmiyorum neden olduğunu, sadece bir şey biliyorum 5 yaşındaki o   doğum günümde ilk tanıştığım oyuncak piyanonun kapağını açıp çalmaya başladım. Yaradılışımda varmış demek ki. O gün bu gündür benim aşkım dediğimde aklıma gelen o piyano. Bir çocuk da olsam benim ifade biçimim imiş demek ki. Elim ayağımdır hala.

Eşiniz Alp Murat Alper ile yaşadığınız aşk, sevgi, müzik hayatınızda da devam ediyor. Yaptığınız bestelere sevginizin, aşkınızın katkısını anlatır mısınız?

S. Urfan: Eşimle yaşadığım aşk ve sonrasında sevgiye dönüşen şeyi anlatabilmem mümkün değil. Sanki eksiktim ve onunla tamam oldum.   Kaybettiğim o kadar çok şey vardı ki fazlasını, huzur, mutluluk, özgürlük, güven olarak ben onunla buldum. Şükür ki bulmuşum. Ya bulamasaydım, belki şu an hayatta değildim. Yaşadığımız sevginin anlatabildiğimiz kadarını şiirlerle, bestelerle yaşatıyoruz ve her gün yaşıyoruz. Hatta şöyle bir anımızı da paylaşabilirim; benim vatandaşlık başvurum için mülakata çağrıldık biz. Gittik. Vali bey başta, koca bir heyet vardı. Sorular sordular. Cevaplarımızı verdik tabii ama eşim sıkıldı bu durumdan. Tam çıkarken tutamadı kendini ve şunları dedi; "İkimiz de besteciyiz ve birbirimiz için şarkılar yazdık. O bana, ben ona. Eğer internete bakarsanız bu yayınlarımızı ve birbirimiz için hissettiklerimizi görebilirsiniz." Heyette olanlardan biri de aynen şunu demişti cevaben; " biz zaten enerjinizi aldık, hissettik burada. Merak etmeyin".

Azerbaycan ve Türkiye’de müzik eğitimi ve bu sanat dalına bakış arasında benzerlikler ve farklılıklar nelerdir?

S.Urfan: Azerbaycan müzik eğitimi konusunda daha iyi durumda. Okulları ücretsiz, her evde anne-baba mutlaka çocuğunu bir enstrüman çalması için müzik okullarına kaydeder; on evden sekizinde piyano, tar, keman vardır. Bize çocukluğumuzdan itibaren müziği sevdiriyorlar. Bu halen böyle. Ayrıca Türkiye'deki gibi bir piyasa yoktur orada. Sanatın varsa, yetenekliysen el uzatılır, destek olunur. Ama Türkiye'de farklı bu. Paran olması lazım, birilerinin sana gösterdiği yolda hareket etmelisin, senin istemediğin bir ortama boyun eğmelisin ki bu sanatta ben de varım diyebilesin. Ne acı ki Azerbaycan da buraya benzemeye başladı.

KUŞ O BESTEYDİ

‘Güzel Günler Göreceğiz’ şarkınızı tüm Türkiye biliyor. Dinleyiciler bu şarkıyla güçleniyor. Nâzım Hikmet’in bu şiirini bestelemeniz nasıl gelişti Alp Murat Alper?

A. Alper: İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünde okurken Tarlabaşı’ında kaldığım eve yürüyerek gidip geliyordum. Beyazıt-Tarlabaşı arasında böyle gidip gelirken içimde Nâzım Hikmet’in şiirini taşıyordum. ‘Güzel Günler Göreceğiz’e yaptığım bestenin ritmine dikkat ederseniz marştır, ritmik yürürken öyle oluşmaya başladı. Bir gün yoldayken şarkının bittiğine inandım ve bu iş tamam dedim. O kadar güzeldi ki ağlayarak yürüdüm o gün. O zamanlar cep telefonu yok, kaydedemiyorum hemencecik. Belediye konservatuvarı yarı zamanlı, şan bölümüne yeni başlamışım, henüz solfej bilmiyorum. Sözler var diye unutmam sandım. Evde de teybe falan kaydetmeden uyudum. Sabah kalktığımda hatırlamaya çalıştım, ne yapsam olmadı. Okula gitmek için yola düştüm, yolda gelir dedim, o da olmadı. Dün sevinçten ağlayan ben, o gün üzüntümden ağlıyordum. O büyük üzüntüm günler sürdü. Üç ya da dört gün sonra yine yoldayken omzuma bir kuş kondu. Bu kuş, işte insanların da bildiği o besteydi. Beni güzelliğiyle ağlatan eskisini hatırlamaya çalışırken geldi bu. Hala bilmem o ilk kuş nasıl bir şeydi, neye benzerdi. Ama güzeldi, çok güzeldi. Ne yazık ki uçtu gitti gökyüzüne…

Kutu 2 (1)

ÇİZGİSİNDEN ÖDÜN VERMEDİ

Ünol Büyükgönenç’in Nâzım Hikmet’in şiiri yorumu ‘Güzel Günler Göreceğiz’ dinlendi, sevildi ancak Alp Murat Alper sizin besteniz; özellikle Mart başında yitirdiğimiz Edip Akbayram yorumuyla halkımızın aklında, gönlünde yer etti. Edip Akbayram ile tanışmanız ve bestenizi yorumlama isteği nasıl gelişti? Bu soruya vereceğiniz cevapla Edip Akbayram’ı sizden dinleyelim, analım.

A. Alper Edip Ağabeyin kaybı çok üzücü. Benim 17-18 yaşımı görmüş, şarkılarımı söylemiş, genç bir müzisyene yol açmış bir ustaydı o. Birkaç gün kendime gelemedim. Eskilere gittim, onu andım. Edip Ağabey çizgisinden hiçbir şekilde ödün vermeyen nadir sanatçılardandı. Onunla tanışmamız gerçekten uzun hikaye. O yıllarda kendime yakın bulduğum insanlardandı, istedim ki bana ayna olsun, bestelerimi ve sesimi dinlesin, yön versin. "Güzel Günler Göreceğiz" benim 1992 yılında çıkan ilk albümümde vardır, ağabeyim de haberdardı bundan. 1996 yılında aynı isimle yayınlanan kendi albümüne alana kadar benim 8 şarkımı yorumlamıştı zaten. Sevilen bir şarkı oldu. Hep söylerim; en iyi şarkım bu değildir diye. Lakin bir şeyin popüler olması başka bir şey. Bir sürü unsurun bir araya gelmesiyle ilgili. Elbette Edip Ağabeyin söylemesiyle de kitlelere ulaştı. Bu vesileyle, anısı önünde saygıyla bir kez daha eğiliyorum.

Kutu 3 (1)

ANILARDAN 39 KIŞ

‘39 Kış’ kitabınızda yaşadığınız o büyük acıları okudum. Yaşadığınız tüm bu acılara karşın dimdik ayaktasınız. Anlatacaklarınızın insanlara umut olması için soruyorum Sabina Urfan; nasıl güçlendiniz?

S.Urfan: Biz hiçbir zaman şımarık bir çocuk olarak büyütülmedik. Hayatı anlamak bizim için hep ağır oldu.   Sevgiden. ilgiden, hoşgörüden yoksun büyüyen çocukluğumuz oldu. Zorunlu bir ikinci hayatın darbesinde artık alıştım diye devam edebildim bazı şeylere. O da evlatlarım sayesinde. İnsan kendi ailesinde görmeyince sevgiyi. Ne yapsın, başka insanlardan aldığı yaraları kendisi sarıp iyileştiriyor kendi yarası gibi.   İki evladım oldu ve ben kendime söz verdim her ne koşulda olur olsun, ben bana yapılanı kendi çocuklarıma yapmayacağım diye. Onların bana ihtiyacı var diyerek ayakta dimdik kaldım. Her zaman yaradılışımda böyle bir şey vardı içimdeki benle konuştuğum. Tanrı sana bu yeteneği anne karnında verdiyse , bir sebebi vardır   ve bir gün benim hayatımı aydınlatacak diye inan ki müziğe sanatıma gizli gizli tutundum. Evlatlarım da küçük yaştan bu yana bana hep destek oldular ben onlarla arkadaş gibiydim. Onları ben doğurdum ama onlar beni büyüttü, bana ana baba oldular.