Hafta içinde, 12 Eylül’de İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşiv ve Müzesi’nde (APİKAM) açılan Yanık Yurt-Kurtuluş Savaşı’nda İzmir ve Batı Anadolu Yangınları Sergisi ile başlayalım zaman tünelindeki yolculuğumuza.

Sergi bizi 12 Eylül 1922 tarihine götürüyor. İzmir’in önemli bir bölümünün yanıp kül olduğu tarihe…  Aybala ve Nejat Yentürk’ün küratörlüğünü yaptıkları sergi Kurtuluş Savaşı’nın son günlerindeki yangınlarailişkin daha önce görmediğimiz fotoğraf ve belgeler içeriyor. 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusunun İzmir’e ayak basması ile başlayan süreçte Eskişehir, Uşak, Alaşehir, Salihli, Turgutlu, Manisa gibi yerleşim birimleri ile pek çok köy ve kasabada çıkartılan yangınlara ilişkin fotoğraflar serginin ana omurgasını oluşturuyor. Albert Kahn Arşivi, Uluslararası Kızılhaç Komitesi Arşivi, British Pathé Arşivi, İnönü Vakfı, APİKAM, İBB Atatürk Kitaplığı ve İzmir Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi’nden sağlanan belgeler yangınların Batı Anadolu’da yaptığı korkunç tahribatı gözler önüne seriyor. 20 Haziran’a kadar açık kalacak olan sergi nedeniyle APİKAM’a bir sanat galerisi kazandırdıkları için tüm yönetici ve çalışanları kutlamak isterim. İzmir ve çevresindeki yangınların bir sergiyle belleklere kazınması çok önemli. Geçmişle yüzleşmeden sağlıklı bir geleceğe sahip olunamaz çünkü… Açılış konuşmasını yapan Büyükşehir Başkan Vekili Dr. Levent Yıldır’ın, Walter Benjamin’den alıntıladığı “Tarihsel mesafe, eleştiri gücümüzü artırır” sözlerine katılmamak elde mi?

***  

Bir haftalık zaman çizelgemizde üç gün geriye gidelim. 9 Eylül İzmir’in Kurtuluşu, resmitörenlerin ardından Kültürpark’da Haluk Levent konseri ile kutlandı. Bu güne yakışan kitlesel bir etkinlikti. Ama Fuar’ın geneli için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Niceliğin niteliğin önüne geçtiği fuarları artık aşmamız gerekmiyor mu? Zaman çizelgemizde epey gerilere, 30’lu yıllara gidersek ne kastettiğim daha iyi anlaşılacak. Fuar, yaşamına ‘Panayır’ adıyla başlamıştı ama kısa sürede kentin kültür-sanat odağına dönüşmüştü. İstanbul Şehir Tiyatroları ve özel tiyatroların turneleri fuarın önde gelen etkinlikleri arasındaydı. Değerli tarihçi Erkan Serçe’nin hazırladığı ve İzmir Ticaret Odası Kültür, Sanat ve Tarih Yayınları’nın “Cumhuriyet’in 100. Yılı - Yüzyılın Sevdası İzmir” kitabında “İzmir Enternasyonal Fuarı birçok sektörde uluslararası yeniliklerin, Türkiye insanının vitrinine ilk kez çıktığı yer oldu” diyor (Bu vesileyle Sayın Serçe’yi ve İzmir Ticaret Odasını bu kapsamlı yayın için kutlamak isterim).

Bu yıl Fuar’a ana tema olarak ‘Teknoloji’nin seçilmesi önemliydi; yapay zekaya sahip robot ‘Sophia’nın söyleşilerine de diyecek yok. Ama Kültürpark’ın artık kebap dumanlarından kurtulması, ilk zamanlardaki kimliğine kavuşması daha iyi olmaz mı? Sektörel fuarların gelişmesi nedeniyle yabancı ülkeler fuara katılmaya hevesli değil belki ama buna bulunabilecek çözümler yok değil. Fuara bir kimlik kazandırılması gerekiyor. Bu yıl ‘TechTalks’ kapsamında bir söyleşi yapan sevgili Emin Çapa’nın önerisi benim yıllardır savunduğum görüşlerle çakışıyor: İzmir Fuarı, İzmir Uluslararası Yaratıcı Endüstriler Fuarı’na dönüşebilir. Böylelikle halka bedava sunulan konserlerin de bir anlamı olur, müzik endüstrisinin, görsel-işitsel endüstrilerin, yayıncılığın, tasarım alanının sorunlarının tartışıldığı, bu alanlardaki yeni ürünlerin sergilendiği bir platforma dönüşür. İnanın, çok zor değil bunu başarmak ve inanın halk kendisine iyi şeyler sunulursa bunları reddetmez. 

***

Zaman tünelimde dört gün geri gidiyorum; 6 Eylül’e. Ula’dayız. Büyük sinemacı Yılmaz Güney’i anmak için ‘Sinemateke’ adlı güzelim açık hava sinemasında “Umutsuzlar” gösteriliyor. Filmin ardından Fatoş Güney ve Yüksel Aksu ile sahnede bir söyleşi yapıyoruz. Seyirciden güzel sorular geliyor. Yüksel’e soruyorum, ‘Ula Belediye Başkanı geldi mi’ diye. Yok gelmemiş, düğüne gitmiş… Yazık etmiş, kaçırdı o güzel geceyi. Ula’daki ‘Sinemateke’yiYüksel’in kardeşi işletiyor. ‘İftarlık Gazoz’ mekanın favori içkisi… Filmden sonra Akyaka’ya geçiyoruz. Ege’nin en güzel kentlerinde birine. Nail Çakırhan olmasaydı bugün Akyaka ne halde olurdu acaba? Tek bir adamın yarattığı mucizeye tanık olmak için gidin Akyaka’ya… Azmak kıyısında rakınızı, sahildeki ‘Sinemateke’de kahvenizi içmeyi ihmal etmeyin. Yüksel Aksu’nun Cem Karaca’dan sonraki filmi Yılmaz Güney olacak. Fatoş Güney’in romanından yola çıkarak yazılıyor senaryo. Merakla bekliyoruz.

***

Takvim bugünün 16 Eylül olduğunu gösteriyor. Tam 8 yıl geri gidiyorum zaman çizelgesinde, 2016 yılının 16 Eylül’üne… O gün yitirmiştik sevgili Tarık Akan’ı. Yakışıklı bir genç olarak girdiği Yeşilçam’da eriştiği ‘star’lık payesini elinin tersiyle itip, Yavuz Özkan’ın “Maden”, Yılmaz Güney’in yazıp Zeki Ökten ve Şerif Gören’in çektiği “Sürü” ve “Yol” gibi başyapıtlarda oynamayı seçti; devrimci gençlerin sevgilisi, rol modeli oldu. Barış davasında yargılandı. Emekçilerin davasını savunmaktan hiç geri durmadı. Yılmaz’ı, Tarık’ı, Zeki’yi ve tabi ki sevgili Tuncel Kurtiz’i anarak bitirmek istiyorum. Yaşamları genç kuşakların yolunu aydınlatsın…