İzmir Saat Üç
Hemen hemen bomboş sokakta az ileride
İki dilenci, birisi tek bacaklı
Ötekinin sırtında taşınıyor
Durdular- geceyarısı far ışığında
Donup kalan bir hayvan gibi-
Sonra yürümeye devam ettiler
Ve okul bahçesindeki çocuklar gibi çabucak
Geçtiler caddeyi öğlen sıcağında
Sayısız saatler tıkırdarken uzayda.
Mavi parıldayarak kaydı geçti dubaların önünden,
Kara süründü ve büzüldü, taştan dışarı bakarak,
Beyaz bir fırtına olup esti gözlere.
Nalların altında ezilince saat üç
Ve karanlık ışık duvarını çalınca
Uzandı şehir denizin kapısının ayaklarına
Ve parıldayarak akbabanın keskin gözlerinde.
***
Sizce yukarıdaki şiiri kim yazmış olabilir? Belki de İzmirli bir şairin yazdığını düşünmüş olabilirsiniz. Oysa bu şiiri 2011 yılında Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülen İsveçli şair Tomas Tranströmer 1950’li yıllarda kaleme almış. (Çeviri Değerli Gürhan Uçkan)
Tomas Tranströmer (1931-2015), İsveçli bir şair, psikolog ve çevirmen olarak tanınıyor. Minimalist tarzı, yoğun dil kullanımı ve imgelerle dolu şiirleriyle, dünya çapında bir üne kavuşmuş. Şiirlerinde ‘doğa, insan ruhu, hafıza ve modern yaşamın karmaşıklığı’ gibi temalar öne çıkıyor. Kısa şiirleriyle okuyucunun üzerinde güçlü bir etki bırakmayı başarmış bir şair. Tranströmer, bu nedenle 2011 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Nobel Komitesi, ödülü ona verirken “yoğun, saydam imgelerle gerçekliğe yeni yollar açan” eserlerinden dolayı bu onuru kazandığını belirtmişti. Tomas Tranströmer’in "İzmir Saat Üç" (İzmir Klockan Tre) başlıklı şiiri 1983 yılında yayımlanan "Östersjöar" (Baltık Denizleri) adlı eserinde yer alıyor. Bu şiir Tranströmer’in şiir evreninde nadir olarak yer alan coğrafi bir ismi, yani İzmir’i içeriyor. Şiirde, İzmir’in adının geçmesi, şairin genel şiirlerinde alışık olunan imgelerle birlikte belirgin bir şekilde yer alıyor. "İzmir Saat Üç" adlı şiir, Tranströmer’in imgelerle dolu anlatım tarzını yansıtıyor. "İzmir Saat Üç" şiiri, şairin zaman-mekân sınırlarını aşan şiir dünyasının bir parçası olarak İzmir’i de bu evrene dahil ediyor.
KENTİN ÜNÜNDEN ESİNLENDİ
Tranströmer'in şiirleri, bugüne dek 50'yi aşkın dile çevrilmişti. Şair, dünya çapında birçok genç şaire de şiirleriyle esin kaynağı olmuştu. Tomas Tranströmer'in serüveni, 60 yıllık bir şiir denizi. Peki Türkiye'de "İzmir saat üç" (İzmir Klockan Tre) şiiriyle ünlü olan Nobel Ödüllü şair, acaba İzmir'e geldi mi? Ne zaman geldi? Yoksa şair acaba, 'İzmir saat üç' adlı şiirini, Victor Hugo'nun 'İzmir bir prensestir' diye başlayan şiirinde, onlarca yıl önce yaptığı gibi, İzmir'e hiç gelmeden, kentin 'ününden' esinlenerek mi yazdı?
Tranströmer'in İzmir şiiri, tam bir 'ruh hali' şiiri; yani İzmir'den 'kentsel anlamda ciddi iz taşıdığı' söylenemez. Ama yine de şiirin adı ve sonunda yer alan "uzandı şehir denizin kapısının ayaklarına" dizesi, insanda gerçek bir İzmir algısı uyandırıyor. Bu açıdan evrensel ve şehrimiz için güzel bir iz. Şair genç yaşında kaleme aldığı bu şiirde, 'kentin içinden, izlenimci bir çizgiyle, kendince etkilendiği bir kareyi' aktarıyor. Yine sorumuza dönelim ve yanıt verelim. Şiirini 'yoğun, şeffaf' imgelerle ören, şiirlerinde insanın bütün hallerini yansıtan Nobel ödüllü şair, ilk kitabını yayımladıktan sonra İzmir'e gelmiş. Şair, şiire başladığı ilk yıllarda, İsveç'te yaşayan ünlü fotoğraf sanatçısı Lütfi Özkök'ün de çok yakın arkadaşı. İzmir'e gelişinin hikayesi ise tam olarak şöyle:
İLHAM KAYNAĞI OLUYOR
Yıl 1954, Tranströmer, 23 yaşındayken ilk şiir kitabını yayımlıyor. Kitabın adı 17 şiir. Kitap, İsveç'te ve şiir çevrelerinde, büyük bir ilgiyle karşılanıyor. Dünyayı gezme tutkusuna sahip genç şairin, en çok ilgisini çeken ülkelerden biri de Türk dostlarının yoğunluğu nedeniyle Türkiye. Bu nedenle ilk kitabı yayımlandıktan bir süre sonra, şair Türkiye'ye gitmek istiyor. Yolculuğuyla ilgili, İsveç'te yaşayan Türk şair ve fotoğrafçı Lütfi Özkök'e danışıyor.
Çünkü ülkemizde Türk şairlerle de tanışmak istiyor. Lütfi Özkök, Tranströmer'i İstanbul'dan yakın arkadaşları olan Melih Cevdet Anday ile Oktay Rifat'a yönlendiriyor. İsveçli genç şair, denileni yapıyor. İstanbul'da, sonradan çoğu ünlü olacak şiirimizde iz bırakacak, dönemin Türk şairleriyle tanışıyor. Yıl 1955 olmalı. Tranströmer, İstanbul'dan Bursa'ya geçiyor. Bursa'nın ardından da İstanbul'da Türk şairlerden dinlediği İzmir'i çok merak ederek, kente geliyor. Şair İzmir'de de iki ya da üç gece kalıyor. (İzmir'de İzmirli bir şair ya da şairlerle görüşüyor mu? Bu noktada bilgi yok.) Türkiye ve Türk dostlarına duyduğu sevgi ve yakınlık, şair için ilham kaynağı oluyor ve 'İzmir'de Saat 3' adlı ünlü şiirini yaratmasına yol açıyor. Böylece İzmir'den yıllar önce, Nobelli bir şair daha geçiyor; bir şiir gibi sessiz ve sakince. Şairin İzmir şiirindeki, "uzandı şehir denizin kapısının ayaklarına" dizesi, bende o yıllarda Kordonboyu'nda İzmir Palas'ta kalmış olabileceği duygusunu uyandırdı. Kim bilir?
EN ÇARPICI ÖRNEKLERDEN
Peki bu dizide yukarıda adı geçen şiirimizde Garip Akımı’nın temsilcileri Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat’ın (ek olarak Orhan Veli) İzmir’e ilişkin şiirleri ya da Şiirşehir İzmir ile yakın bir iletişimi var mıydı? Büyük Usta Melih Cevdet Anday bazı kaynaklarda İzmir doğumlu gösterilmesine rağmen (1915-2002) Çanakkale doğumlu. Garip ile Türk şiirinde sarsıcı bir etki yaratan bu üçlüden Melih Cevdet Anday, şiiri geliştikçe ustalık döneminde, daha ‘Hermetik’ bir çizgiye yöneldi. Anday, felsefi yoğunlukta, düşünsel olarak derinlik taşıyan, mitolojiden beslenen kendine özgü, büyük şiirler yazdı. Kolları Bağlı Odysseus’tan (1962), Teknenin Ölümü (1975), Ölümsüzlük Ardında Gılgamış (1981) kitapları, bu çizginin çarpıcı örneklerinden. Özellikle Teknenin Ölümü’nde yer alan şiirlerinde Homeros’un İlyada’sına göndermelerle dikkat çekti. Mitolojik figürler üzerinden, İzmir, Çanakkale ve Ege ile hep bir ruhsal akrabalık kurdu. Örneğin bu hissiyatla yazdığı harika bir şiir olan ‘Troya Önünde Atlar’ın ikinci bölümünde İzmir’i de farklı bir pencereden andı:
II. Ağu
uydun mu?
Bursalı oto tamircisi Mehmet'in duyduğunu?
Katran, balık ve çam tahtası kokulu,
Yatışmamış çayırsı kadın kokulu kentin
Önceden bildi diye yakılacağını,
Ağulu yılan sokmuş Laokoon'u.
Kıvranıp duruyorlarmış çoluk çocuk
Rüzgarlı İlion kıyısında.
Kıyılarda birikir ölümün artıkları,
Düşüncede yitirilen ve bulunan sözcük,
Sonsuzluk, aranan kırık bir yontu gibi
Kıyılarda birikir ün, yücelik ve düşman.
Çünkü deniz daha bitmemiştir, uykusuz
Ve yarı yarıyadır, çöker delikli fıçısında
Tortulanarak eski ölülerden.
"İzmir fuarından otobüle dönerken
Gördüm, bir bulut sarmıştı İlion'u."
Bütün kitapları gaz odalarına atmışlar,
Dresden'de, Köln'de, Münich'de.
Über allen Gipfeln ist Ruh
"Gökte uçaklarla kuşlar çarpışıyor,
Kanatlar, tüyler, gagalar yağıyormuş kente."
Duydun mu?
Hep yabancı kızlar çalışır bizim genelevlerde
Adları La, Li Lu...
"Pkei,
Dağa bırakılan çocuk ne oldu?
Şimdi herkesin ağzında bu konu.
Kurda kuşa yem mi oldu dersin ormanda?
Parçalarını olsun bulamaz mıyız?
Parçalardan bir insan çıkmaz mı ortaya?
Hem ne olur, olmaz mı, gövdesiz olsa?
Olur, olmaz, olsa?"
DOKUZ GÜNLÜK YAZI DİZİSİ
Garip Akımı ile başlayan şiir ve edebiyat serüveninde UNESCO tarafından da dünya edebiyatının önemli isimleri arasında gösterilen Anday, İzmir’e ilgisini her zaman sürdürdü.
Melih Cevdet Anday aynı zamanda gazeteci bir meslektaşımızdı. Çeşitli gazetelerde yazar ve editör olarak çalıştı. Örneğin iki arkadaşı ile birlikte 1972 yılında Seferihisar, Urla, Çeşme’yi bir süre gezdikten sonra, izlenimlerini tarihsel gözlemlerin eşiğinde Milliyet Gazetesi’nde kaleme aldı. Anday'ın yazdığı gezi öyküsü, ‘Urla Yarımadasında Bir Gezinti’ başlığı ile bir yazı dizisi olarak dokuz gün Milliyet gazetesinde yayımlandı.
Büyük Usta Melih Cevdet Anday’ı ‘Sokağa Çıkıyorum’ adlı harika şiiri ile uğurlayalım:
“Kimileyin seviyorum. (Sevmek kuşların
Bir an boş bıraktıkları ağaçtır)
Ve yalnızlığın kırmızı yapraklara
Çalan büyüsünü duyuyorum: Ey cesaret
Hep dolu tut bardağımı. Sevgi ve umut
Birdir, yalnızlık ve cesaret bir.”
ŞİİRLERİNDE İZMİR YOK
Türk şiirinin bir diğer büyük ustası ve Garip Akımı’nın diğer temsilcisi Oktay Rifat Horozcu da, edebiyatımızın her geçen gün değeri daha da anlaşılan güzel ismi. Çok bilinmese de Nazım Hikmet’in kuzeni. TİP eski genel başkanı Mehmet Ali Aybar da kuzenlerinden biri. Babası Trabzon Valiliği yapmış Samih Rifat aynı zamanda bir şair. Örneğin “Yaslı gittim şen geldim/Aç koynunu ben geldim” sözleriyle çok bilinen marşın dizeleri babasının.
Oktay Rifat Garip Akımı’nın iki temsilcisi Melih Cevdet Anday ve Orhan Veli kadar tanınmadı, ama büyük bir şair. İzmir ile yakın ilgisi olduğu söylenemez. Ama Oktay Rifat’ın amcası Cevat Rifat, bir dönem İzmir’de yayımlanan İnkılap Dergisi’nin baş muhabiri ve yazı işleri müdürü. Aynı Oktay Rifat bu nedenle Nisan 1933 tarihinden itibaren bu dergide ilk şiirlerini ve yazılarını yayımlatmış. Sonuçta İzmir ile duygusal bir bağı olmasına rağmen, şiirlerinde İzmir yok. Bazı kaynaklarda aşağıdaki güzel şiirinin İzmir için yazıldığı söylenir. Ama bana inandırıcı gelmedi. En azından Oktay Rifat’ın büyüklüğünü anlamak ve şiir/şehir ilişkisini örneklemek için ‘Bir Şehri Bırakmak’ adlı şiirini paylaşmalıyım:
“Senin için aldığım menekşeleri
Çalgıcılara dağıttım
Son gece
Son defa başlıyan sabah
Yatağımı yine sen düzelt
Küçük balıkçı çocuğu
Sen denizden
Yaramaz ve çapkın balıkları tutabilirsin
Çok uzaklara gittiğimi
Sana söylemek isterdim
Güzel satıcı kızı
II
Ağaca söyle
Gölgesini getirsin bana yolluk
Sokağı ve denizi isterim pencereden
Senden çörekler isterim
Ay biçiminde
III
Ellerin yetişir vedalaşmaya
Niçin ağlıyorsun”
BABA TARAFINDAN İZMİRLİ
Peki Garip Akımı’nın diğer temsilcisi, genç yaşında trajik bir şekilde hayatını yitiren büyük şair Orhan Veli’nin İzmir ile bir ilgisi oldu mu? Şiirlerinde İzmir var mı? Orhan Veli’nin kısacık ömrü Ankara ve İstanbul odaklı geçtiği için, İzmir şaire uzak kalmış. Yine de Orhan Veli Kanık’ın baba tarafından İzmirli olduğu bir gerçek. Veli’nin dedesi İzmirli Tüccar Fehmi Bey. Yani kökleri İzmir’de. Sonuçta Orhan Veli’yi çok seviyoruz. Sonsuzluktaki bütün büyük şairler gibi İzmir’den hatırasını sevgi ve saygıyla selamlıyoruz.
‘Edebiyatın güzel İzmir’i’ devam edecek.